Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN
Bütün dünya yeni bir büyük savaşa doğru
sürüklenmektedir. Sanki Üçüncü Dünya Savaşı öncesini yaşıyormuşuz gibi bir hava
var. Birinci Dünya Savaşı ile beraber Filistin'e girmeye başlayan Yahudi
nüfusu, daha sonraları İkinci Dünya Savaşı’nın yaratmış olduğu ortamdan
yararlanarak Orta Doğu'da İsrail Devletini iki bin yıl sonra yeniden
kurabilmişlerdir. Soğuk savaş döneminin koşullarından yararlanarak, yeni
yerinde tutunmayı başaran bu Yahudi devleti, Sovyetler Birliği’nin
dağılmasından sonra ortaya çıkan otorite boşluğunda kendisinin merkezde olduğu
yeni bir plânı uygulamaya başlamıştır. Kudüs'ün yanı başındaki Sion tepesini
dünyanın merkezi yapmayı ve burada bütün dünyayı yönetecek bir kale oluşturmayı
kutsal bir amaç olarak kendilerine hedef seçenlerin, Tevrat'ta dile getirilen
Fırat ve Nil arasında kalan vaadedilmiş toprakları yavaş yavaş işgal etmeye
başladıkları görülmektedir.
İngiliz yönetimi altında Filistin'den
toprak satın alarak bu bölgeye gelenlerin, ayrı bir devlet kurma konusunda
İngilizler ile kavgaya sürüklenince Londra'dan vazgeçerek New York'a
taşındıkları ve buradan dünyaya egemen olma hazırlıklarını yürüttükleri
yirminci yüzyılın tarihi incelenirse ortaya çıkmaktadır. Arkasına ABD gücünü
alan Siyonist lobinin, daha sonraları Avrupa'da Hitler olgusunu Sion plânı
doğrultusunda kullanılmayı başardığı görülmüş ve Hitler'den korkan dünya
Yahudileri’nin bir kısmı İsrail'e göçetmişlerdir. İkinci Dünya Savaşı
sonrasında ilk kez Filistin'de Yahudi nüfus Arap nüfusu geçince, Siyonistler
ABD baskıları ile İkinci Dünya savaşı sonrasında Ortadoğu'da bir Yahudi devleti
olarak İsrail'in kurulmasını Birleşmiş Milletler kararı ile başlamışlardır.
Doğu ve Batı blokları arasındaki
dengelerden yararlanarak Ortadoğu'ya yerleşen Yahudiler daha sonraları
ülkelerinde sağlam bir yapı kurmaya öncelik vermişler, bunu on yıl içinde
başardıktan sonra da bölgede genişlemek için her on yılda bir Arap komşuları
ile savaşmışlardır. ABD desteği ve zengin Yahudi lobilerinin her türlü
yardımlarından yararlanan İsrail, üç tarafı Arap ve Müslüman nüfus ile
çevrilmiş bir bölgede güçlü bir ülke olarak ayakta kalabilmek için sürekli
olarak genişlemenin yollarını aramış ve bu nedenle de Filistinliler’in
yaşamakta olduğu bölgeleri zaman içerisinde askerî işgal yolu ile elde etmiş ve
İsrail'in sınırlarını genişletmiştir. Bu nedenle de, İsrail'in kurulmasından
sonra Ortadoğu bir türlü barışa kavuşamamıştır.
BARIŞA KAVUŞAMAMIŞ ORTADOĞU
Sovyetler Birliği dağılırken, bunun
yerine Avrupa Birliği’nin oluşmaya başlaması, bu doğrultuda, Avrupa'nın önde
gelen ülkelerinin Almanya’nın öncülüğünde doğuya doğru gelişme projelerine
yönelmelerine neden olmuştur. Almanya'nın bir büyük güç olarak tarih sahnesine
çıkışı ile beraber gündeme gelen “Ostpolitik” yâni “Doğu Politikası” alanı
içerisine bütün Ortadoğu'da girdiği için, Alman-Yahudi kavgasının Ortadoğu’ya
taşınmasını önlemek isteyen İsrail kendi lobilerinin baskısı ile ABD'nin
gücünden yararlanarak bütün Ortadoğu'yu ele geçirmenin plânlarını yapmıştır.
Siyonizmin büyük plânına göre, Yahudiler’in Ortadoğu'da bulunabilmeleri için kesinlikle
Büyük İsrail Devleti’nin kurulması gerekmektedir. Küçük İsrail ile Ortadoğu'ya
egemen olmak mümkün olamayacağı için Büyük İsrail’i kurarak bütün Ortadoğu
devletlerini böylesine bir siyasal yapının içerisinde Kudüs merkezli bir
yönetimin egemenliği altına almak Yahudiler açısından zorunlu görünmektedir.
Kurulduğundan bu yana yâni yarım yüzyıldır, İsrail devleti böylesine bir çaba
içerisinde görülmektedir. İsrail'in kurulması ile beraber kuzeyindeki Lübnan'ın
bir terör merkezi hâline dönüştürülmesi İsrail yayılmacılığına yardımcı
olmuştur. Lübnan üzerinden terörün bütün bölge ülkelerine ihraç edilmesi
bölgede her ülkeyi istikrarsızlığa sürüklemiş, bölge ülkeleri terör ile
uğraşırken İsrail, bütün bölge ülkelerinde siyasal ve ekonomik açılardan üstünlüğü
ele geçirmiştir. Şimdi artık bu üstünlüğün kullanılarak yeni bir büyük bölge
devleti kurulması aşamasına gelindiği görülmektedir.
Türkiye'de bu süreçte payına düşenleri
almıştır. Kamuoyu sürekli Avrupa Birliği’ne üyelik ile uğraştırılırken,
Ortadoğu'ya yönelik bütün Amerikan ve İsrail plânları Türkiye üzerinden
yürütülmüştür. Türkiye böylesine bir süreçte Kıbrıs'a müdâhale ederek adanın
Avrupa'nın eline geçmesini önlemiş ve dolaylı olarak İsrail'e yardım etmiştir.
İsrail karşı kıyısı olan Kıbrıs'ta bir Hıristiyan ya da Avrupa egemenliğine
kendi güvenliği için tehlike olarak gördüğü için Türkiye'de lobisi ile
Türkiye'nin Kıbrıs Askerî Harekâtı’nı desteklemiştir. Ayrıca soğuk savaş
döneminin gerginleri sürecinde Türkiye gene üç kez askerî yönetime
sürüklenmiştir. Bu askerî yöntemlerin Türkiye'de işbaşına gelmesinde daha çok
Ortadoğu merkezli güç kavgasının öne geçtiği görülmekte, ABD ve İsrail'in
Türkiye'yi Doğu Bloku’na ve Avrupa kıtasına karşı kalkan olarak kullanmak
istediği aşamalarda askerî yönetimlerin devreye girdiği görülmektedir. Soğuk
savaş ve küreselleşme dönemlerinde Türkiye'nin yaşadığı olayların büyük
çoğunluğu Ortadoğu merkezli yeni yapılanma girişimleridir. Bu süreçte İsrail
lobilerinin ABD aracılığı ile Türkiye'yi yönlendirdiği artık açıkça
anlaşılmıştır.
Ortadoğu denilen bölge aslında
jeopolitik olarak dünyanın merkezidir. Yahudiler dünyanın merkezini ele
geçirerek, Sion tepesinde dünyanın Kabesi’ni inşa ederek, Ortadoğu üzerinden
bütün Bütün dünya yeni bir büyük savaşa doğru sürüklenmektedir. Sanki Üçüncü
Dünya Savaşı öncesini yaşıyormuşuz gibi bir hava var. Birinci Dünya Savaşı ile
beraber Filistin'e girmeye başlayan Yahudi nüfusu, daha sonraları İkinci Dünya
Savaşı’nın yaratmış olduğu ortamdan yararlanarak Orta Doğu'da İsrail Devletini
iki bin yıl sonra yeniden kurabilmişlerdir. Soğuk savaş döneminin koşullarından
yararlanarak, yeni yerinde tutunmayı başaran bu Yahudi devleti, Sovyetler
Birliği’nin dağılmasından sonra ortaya çıkan otorite boşluğunda kendisinin
merkezde olduğu yeni bir plânı uygulamaya başlamıştır. Kudüs'ün yanı başındaki
Sion tepesini dünyanın merkezi yapmayı ve burada bütün dünyayı yönetecek bir
kale oluşturmayı kutsal bir amaç olarak kendilerine hedef seçenlerin, Tevrat'ta
dile getirilen Fırat ve Nil arasında kalan vaadedilmiş toprakları yavaş yavaş
işgal etmeye başladıkları görülmektedir.
İNGİLİZ YÖNETİMİNDEKİ FİLİSTİN'DEN TOPRAK SATIN ALAN İSRAİL
İngiliz yönetimi altında Filistin'den
toprak satın alarak bu bölgeye gelenlerin, ayrı bir devlet kurma konusunda
İngilizler ile kavgaya sürüklenince Londra'dan vazgeçerek New York'a
taşındıkları ve buradan dünyaya egemen olma hazırlıklarını yürüttükleri
yirminci yüzyılın tarihi incelenirse ortaya çıkmaktadır. Arkasına ABD gücünü
alan Siyonist lobinin, daha sonraları Avrupa'da Hitler olgusunu Sion plânı
doğrultusunda kullanılmayı başardığı görülmüş ve Hitler'den korkan dünya
Yahudileri’nin bir kısmı İsrail'e göçetmişlerdir. İkinci Dünya Savaşı
sonrasında ilk kez Filistin'de Yahudi nüfus Arap nüfusu geçince, Siyonistler
ABD baskıları ile İkinci Dünya savaşı sonrasında Ortadoğu'da bir Yahudi devleti
olarak İsrail'in kurulmasını Birleşmiş Milletler kararı ile başlamışlardır.
Doğu ve Batı blokları arasındaki
dengelerden yararlanarak Ortadoğu'ya yerleşen Yahudiler daha sonraları
ülkelerinde sağlam bir yapı kurmaya öncelik vermişler, bunu on yıl içinde
başardıktan sonra da bölgede genişlemek için her on yılda bir Arap komşuları
ile savaşmışlardır. ABD desteği ve zengin Yahudi lobilerinin her türlü
yardımlarından yararlanan İsrail, üç tarafı Arap ve Müslüman nüfus ile
çevrilmiş bir bölgede güçlü bir ülke olarak ayakta kalabilmek için sürekli
olarak genişlemenin yollarını aramış ve bu nedenle de Filistinliler’in
yaşamakta olduğu bölgeleri zaman içerisinde askerî işgal yolu ile elde etmiş ve
İsrail'in sınırlarını genişletmiştir. Bu nedenle de, İsrail'in kurulmasından
sonra Ortadoğu bir türlü barışa kavuşamamıştır.
Sovyetler Birliği dağılırken, bunun
yerine Avrupa Birliği’nin oluşmaya başlaması, bu doğrultuda, Avrupa'nın önde
gelen ülkelerinin Almanya’nın öncülüğünde doğuya doğru gelişme projelerine
yönelmelerine neden olmuştur. Almanya'nın bir büyük güç olarak tarih sahnesine
çıkışı ile beraber gündeme gelen “Ostpolitik” yâni “Doğu Politikası” alanı
içerisine bütün Ortadoğu'da girdiği için, Alman-Yahudi kavgasının Ortadoğu’ya
taşınmasını önlemek isteyen İsrail kendi lobilerinin baskısı ile ABD'nin
gücünden yararlanarak bütün Ortadoğu'yu ele geçirmenin plânlarını yapmıştır.
Siyonizmin büyük plânına göre, Yahudiler’in Ortadoğu'da bulunabilmeleri için kesinlikle
Büyük İsrail Devleti’nin kurulması gerekmektedir. Küçük İsrail ile Ortadoğu'ya
egemen olmak mümkün olamayacağı için Büyük İsrail’i kurarak bütün Ortadoğu
devletlerini böylesine bir siyasal yapının içerisinde Kudüs merkezli bir
yönetimin egemenliği altına almak Yahudiler açısından zorunlu görünmektedir.
Kurulduğundan bu yana yâni yarım yüzyıldır, İsrail devleti böylesine bir çaba
içerisinde görülmektedir. İsrail'in kurulması ile beraber kuzeyindeki Lübnan'ın
bir terör merkezi hâline dönüştürülmesi İsrail yayılmacılığına yardımcı
olmuştur. Lübnan üzerinden terörün bütün bölge ülkelerine ihraç edilmesi
bölgede her ülkeyi istikrarsızlığa sürüklemiş, bölge ülkeleri terör ile
uğraşırken İsrail, bütün bölge ülkelerinde siyasal ve ekonomik açılardan üstünlüğü
ele geçirmiştir. Şimdi artık bu üstünlüğün kullanılarak yeni bir büyük bölge
devleti kurulması aşamasına gelindiği görülmektedir.
Türkiye'de bu süreçte payına düşenleri
almıştır. Kamuoyu sürekli Avrupa Birliği’ne üyelik ile uğraştırılırken,
Ortadoğu'ya yönelik bütün Amerikan ve İsrail plânları Türkiye üzerinden
yürütülmüştür. Türkiye böylesine bir süreçte Kıbrıs'a müdâhale ederek adanın
Avrupa'nın eline geçmesini önlemiş ve dolaylı olarak İsrail'e yardım etmiştir.
İsrail karşı kıyısı olan Kıbrıs'ta bir Hıristiyan ya da Avrupa egemenliğine
kendi güvenliği için tehlike olarak gördüğü için Türkiye'de lobisi ile
Türkiye'nin Kıbrıs Askerî Harekâtı’nı desteklemiştir. Ayrıca soğuk savaş
döneminin gerginleri sürecinde Türkiye gene üç kez askerî yönetime
sürüklenmiştir. Bu askerî yöntemlerin Türkiye'de işbaşına gelmesinde daha çok
Ortadoğu merkezli güç kavgasının öne geçtiği görülmekte, ABD ve İsrail'in
Türkiye'yi Doğu Bloku’na ve Avrupa kıtasına karşı kalkan olarak kullanmak
istediği aşamalarda askerî yönetimlerin devreye girdiği görülmektedir. Soğuk
savaş ve küreselleşme dönemlerinde Türkiye'nin yaşadığı olayların büyük
çoğunluğu Ortadoğu merkezli yeni yapılanma girişimleridir. Bu süreçte İsrail
lobilerinin ABD aracılığı ile Türkiye'yi yönlendirdiği artık açıkça
anlaşılmıştır.
Ortadoğu denilen bölge aslında
jeopolitik olarak dünyanın merkezidir. Yahudiler dünyanın merkezini ele
geçirerek, Sion tepesinde dünyanın Kabesi’ni inşa ederek, Ortadoğu üzerinden
bütün dünyaya egemen olmak istemektedirler. Önceleri İngiliz İmparatorluğu’nu
kullanan Yahudi lobilerinin şimdilerde Amerika Birleşik Devletleri’ni
kullandığı görülmektedir. İngiltere ile kavga eden İsrail'in yakında Amerika
ile de başının derde girmesi kaçınılmazdır. İngiltere ve İsrail nasıl ki, bir
aşamadan sonra ayrı çıkarlarla kendi ulusal çizgilerinde hareket ederek ters
düşmüşlerse aynı çıkmazın önümüzdeki dönemde Amerika ve İsrail arasında da
meydana geleceğini söylemek mümkündür. Nitekim şimdiden Hıristiyan Amerikan
nüfusunun İsrail'in çıkarları uğruna ABD'nin savaşa sürüklenmesine isyân ettiği
görülmektedir. Amerikalı Katolik ve Protestan lobilerle yıllardır ABD'nin dış
politikasını yönlendirmede çekişen ve kavga eden İsrail lobisi sonunda kendi
Siyonist hedeflerine kabul eden bir işbirlikçi Hıristiyan tarikatı olarak
Evanjelikleri desteklemiş ve Hıristiyan oylarının evanjeliklere kaymasını
sağlayarak Hıristiyan görünümlü bir işbirlikçi Siyonist Hıristiyan kadronun
ABD'nin başına gelmesini sağlamıştır. Neocon adı verilen yeni muhafazakârların
çoğunluğu Tevrat’taki kutsal toprakların İsrail'in denetimine geçmesini
savunmaktadırlar. Böylece, ABD'de İsrail lobisi çok rahat biçimde bütün Amerika’yı,
İsrail'in çıkarları doğrultusunda, Ortadoğu'da kullanılabilmektedir. Türkiye
üzerindeki ABD baskısı da gene aynı İsrail lobilerince yönlendirilmektedir.
Türkiye'deki büyükelçilerin büyük çoğunluğunun Yahudi asıllı olmalarının bu
durumun bir göstergesi olduğu artık iyice anlaşılmaktadır.
Sovyetler Birliği'nin dağılmasından
sonra Fas'ın başkenti Rabat'ta toplanan zirve toplantısı ile İsrail'in “Büyük
Ortadoğu” stratejisi başlamıştır. Ortadoğu’nun Arap ve Müslüman ülkelerine
karşı, İsrail Büyük Ortadoğu adı altında daha geniş bir stratejiye yönelirken
yalnızca Ortadoğu ile yetinmemekte, Kuzey Afrika, Balkanlar ve Kafkaslar'ı da
Büyük Ortadoğu'nun sınırları içerisine dahil etmektedir. Bu bölgelerin hepsinin
eski Osmanlı ülkesinin parçaları olduğu dikkate alınırsa, “Büyük İsrail”
devleti “Büyük Ortadoğu” adı altında eski Osmanlı hinterlandında kurulmak
istenmektedir. Bu nedenle son günlerde fazlasıyla “Yeni Osmanlıcılık” konuları
tartışılmaya başlanmıştır. Türkiye devleti cumhuriyetin misak-ı millî politikalarından
kaydırılarak eski Osmanlı bölgelerine doğru yönlendirilmek istenmektedir.
İsrail, ABD'yi kullanarak Türkiye'yi ve Türk ordusunu eski Osmanlı ülkelerini
yeniden ele geçirmede kullanmaya çaba göstermektedir. Bu doğrultuda Irak'a
asker gönderme kararı aldırılmıştır. Irak gerekçesi ile Türk ordusunun millî
sınırlar dışına çıkması sağlanarak, eski Osmanlı hinterlandında, İsrail'in
çıkarları uğruna bir büyük maceraya Türkiye alet edilmek istenmektedir.
İngiltere ve Amerika'yı kullanarak bu
duruma gelen İsrail artık bir bölge ülkesi olarak Türkiye'yi kullanarak yoluna
devam etmek istemektedir. Büyük Ortadoğu görünümü altında Büyük İsrail devleti,
Yahudi lobilerinin çıkarları doğrultusunda Türkiye'ye kurdurulmak
istenmektedir. Bu süreç içerisinde Türkiye'nin seksen yıllık cumhuriyet
birikimi de uygulanan politikalarla tasfiye edilmekte, Türkiye İsrail'in
istediği yeni Osmanlılı yapılanmasına dönüştürülmektedir. Aslında bu bölgede
yaşayan Hıristiyan nüfuslar da yeni Bizans kuruluyor denilerek bu proje çerçevesinde
yönlendirilmektedir. Yeni Osmanlı ya da Bizans sözleri Büyük İsrail projesini
Müslüman ve Hıristiyan bölge halklarına benimsetmek için kullanılmaktadır.
Böylece Yahudiler’in Siyonist plânlarına diğer dinlerin karşı çıkması önlenmeye
çalışılmaktadır.
Büyük İsrail projesinin, Ortadoğu
sonrasındaki ana hedefi Kafkasya’yı ele geçirmektir. Geleceğin petrol ve doğal
kaynaklar bölgesi olarak öne çıkmakta olan Hazar havzasının yeniden Ruslar’a
bırakılması ya da Avrupa ile Asya'nın büyük ülkesi olan Çin'in kontrolü altına
geçmesini önlemek için kesinlikle Kafkasya'nın Büyük Ortadoğu bölgesinin içine
alınması gerekmektedir. Hazar İmparatorluğu döneminde Kafkasya bir büyük
siyasal yapılanmanın merkezi olmuştu. Hazarlar’ın yıkılmasından sonra ne
Müslümanlar ne de Ruslar Kafkasya merkezli yeni bir büyük siyasal yapılanmaya
izin vermemişlerdir. Sovyetler Birliği döneminde Kafkasya'nın bağlama limanı
Moskova olmuştu, şimdilerde İsrail merkezli bir büyük Ortadoğu yapılanmasında
Kafkasya'nın bağlama limanının Kudüs olacağı görülmektedir. İstanbul merkezli
yeni bir yapılanma olmazsa, Avrupa Birliği’nin Kafkas ülkelerini üye yapması
gerçekleşmezse, İsrail Büyük Ortadoğu yapılanmasının sınırları içerisinde
Kafkasya'yı da denetimi altına alacaktır. Sovyetler’in yıkılmasından sonra
bağımsız kalan Güney Kafkasya Cumhuriyetleri’nde İsrail lobileri ekonomiyi ele
geçirmiştir. Azerbaycan ve Gürcistan'da sağladıkları ekonomik üstünlüğü
şimdilerde siyasal amaçlı olarak kullanma aşamasına gelmişlerdir. Bu doğrultuda
Ermenilerle barışmak ve işbirliği yaparak Ermenistan'ı ABD, Rusya, İran ve
Fransa etkisinden kurtarmak üzere ciddî İsrail politikalarının gündeme geldiği
görülmektedir. Güney Kafkasya devletleri ile kurulacak olan yakınlaşmayla
Kafkasya halkları, İsrail tarafından Ortadoğu'nun Arap ve Müslüman halklarını
dengelemek açısından kullanılacaktır. Kafkasya ile yakınlaşmak ve Ortadoğu'nun
sınırlarını Kafkasya'yı içine alacak kadar genişletmek İsrail için Arap ve
Müslüman Ortadoğu çoğunluğuna karşı bir anlamda kurtarıcı olmaktadır. İsrail
kendi çıkarları açısından Kafkasya ile Ortadoğu’yu dengelemenin hesaplarını
yapmaktadır.
ÇEÇENLERİ KULLANMASI ve RUS ÇEÇEN SAVAŞI’
Kafkasya'nın geleceği Ortadoğu'ya doğru
kayarken, Kuzey Kafkasya'nın konumu değişmektedir. Hâlen devam eden Çeçen
Savaşı’nın sürmesinde İsrail lobilerinin desteği artık açığa çıkmıştır. Çeçen
savaşı ile Rusları Kafkasya'nın kuzeyinde oyalayan İsrail lobileri Ruslar’ın
yeniden Gürcistan üzerinden Güney Kafkasya'ya dönmelerini engellemektedirler.
Bu durum Kafkasya Kuzey ve Güney olarak yeniden ikiye bölünmekte ve gelecekte
Kafkasya'nın bölgesel bir bütünlüğe kavuşmasına izin verilmemektedir.
Çeçenler’in bağımsızlık savaşına kalkışmasında çok etkin olan Groznili
Yahudiler daha sonraları İsrail'e göç ederek Çeçenler’i yalnız bırakmış ve bir
anlamda Ruslar’ın bu ülkede katliam yapmalarına giden yolun açılmasına neden
olmuşlardır. Avrupa ve Amerika'da etkin olan Yahudi lobileri Çeçenler’i sürekli
olarak Rusya ve Putin üzerinde bir denge unsuru olarak kullanmışlardır. Rusya
ve Putin onların isteklerine uyduğu zaman Çeçenler’i görmezden gelmişler, Rusya
ve Putin ile karşı karşı kaldıkları zaman Çeçenler’i Ruslar’a karşı kışkırtarak
kullanmışlardır. Okumuş ve aydın insanlarını yitiren Çeçenler ise bu çıkmazda,
yeni dünya düzeninin Büyük Ortadoğu devleti kurucularının oyunlarına kurban
giderek Rus emperyalizmine karşı onların kullandığı bir silâh konumuna
sürüklenmişlerdir. Putin'in ABD'nin Irak seferine karşı çıktığı aşamada Moskova
tiyatrosunda Çeçen eyleminin yapılmasında ABD ve İsrail lobilerinin emrindeki
dünya güçlerinin rolü açıkça belli olmaktadır.
Büyük Ortadoğu'nun İsrail merkezli olarak kurulmasının uzun süre alacağı
görülmektedir. Bu plân açığa çıktığı için bölge ülkeleri kendilerini
koruyabilme doğrultusunda direnecekler ve yeni işbirlikleri getireceklerdir. Bu
nedenle, Kafkasya'nın geleceği de uzun süreli bir belirsizliğe mahkûm
görünmektedir. Kuzey Kafkasya ise, Rus gücünün kuzeye hapsedilmesinde bir
bariyer olarak kullanılmakta, cahil bıraktırılan Çeçen halkı bölgenin silâhlı
gücü olarak Ruslarla savaşırken, güney Kafkasya'da İsrail ve ABD etkisinin
yayılmasını kolaylaştırmaktadır. Batılı bilim adamları Kuzey Kafkasya’yı bir
bariyer olarak tanımlarken, Çeçenleri de bu engelin askerleri olarak
göstermektedirler. Yüz yılı aşkın bir süredir devam eden bu durumun günümüzde
de süreceği anlaşılmaktadır. Hazar bölgesinin yeni bir çekişme alanı olarak öne
geçmesiyle çatışmaların daha da süreceği ve diğer bölgelere de yayılacağı
söylenebilir. Güney Kafkasya'nın ABD üzerinden İsrail'in konumuna geçmesini
önlemek isteyecek Avrupalı ve Asyalı güçlerin gelecekte karşı hareketlere
geçmesi, bütün Kafkasya'yı ateş çemberine dönüştürebilir. Bu nedenle
Kafkasya'nın güneyi ve kuzeyi ile geleceğini iyi izleyebilmek için İsrail
merkezli Büyük Ortadoğu plânının hangi aşamalara varabileceğinin önceden
belirlenmesi gerekmektedir. Ortadoğu savaşı Kafkasya'ya da savaş getirmiştir.
Kafkasya'nın barışa kavuşabilmesi için öncelikle Ortadoğu’da barış zorunludur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder