Prof Dr. Yusuf HALAÇOĞLU
Türkiye
Cumhuriyeti Mozaik Değildir
TÜRKSOLU: TÜRKSOLU okurları, özellikle Türk Tarih Kurumu
(TTK) başkanı olduğunuz dönemden bu yana sizi çok iyi tanıyor ama kendinizi
bize bir kez daha anlatabilirseniz seviniriz.
Yusuf HALAÇOĞLU: İstanbul Üniversitesi mezunuyum. 1989 yılında
İstanbul'da profesör oldum. Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Vekilliği ve Genel
Müdür Yardımcılığı görevlerinde bulundum. Bu görevim üç buçuk yıl sürdü. Daha
sonra on üç ay kadar üniversitede rektör yardımcılığı ve vekilliği yaptım.
Sonra da 1993 yılının Eylül ayında TTK'ya atandım. On beş yıl burada görevde
kaldım.
TTK'nın
çalışmalarını herhalde okuyucular biliyorlardır. Burada sadece Ermeni konusunu
araştırmadık. Bütün Türk tarihini, özellikle Orta Asya'da arkeolojik kazılar
yapmak suretiyle araştırdık. Diğer taraftan milattan önceki Çin Han hanedanının
arşivlerinin çevirilerini yaptık. Bütün dünyadaki Türk kültür varlıklarının
envanterini çıkarma işine başladım ama bitiremedim çünkü görevden ayrıldım.
2008 yılında TTK'daki görevim sona erdirildi.
TÜRKSOLU: Güncel tartışmaya geçmeden önce biz de bunu
sormak isteriz. Söz konusu dönemde bir sempozyumda yaptığınız açıklamada
Kürtlerin bir kısmının Türkmen kökenli olduğunu, bir kısım Ermeninin ise
tehcirden kurtulmak için kendisini Kürt-Alevi olarak gösterdiklerini
belirtmiştiniz ve bunun üzerine bir anda tabiri caizse kıyamet kopmuştu. Aynı
şeyleri Batılı tarihçiler, Martin van Bruniessen gibi isimler dile getirdiğinde
hiç bir problem çıkmamasına karşın bir Türk bilim adamının bunları söylemesi
tepki çekmişti. Bu aşırı tepkinin nedenleri neydi?
Yusuf HALAÇOĞLU: Birinci neden bir yabancının söylediklerinin
Türkiye'de pek duyulmamasıydı. İkinci nedense o tarihe (2007 Ağustos) kadar
TTK, Ermeni iddialarıyla en iyi mücadele eden kurum haline gelmişti. Bütün
dünya arşivlerini bir araya getirmiştik. Bir takım bilgiler ve somut örnekler
elimizdeydi. Özellikle Ermeniler tarafından hazırlanan belgeler ve özellikle
Osmanlı Devleti'nin karşısında savaşan İngiltere, Fransa, Rusya gibi
devletlerin hazırladığı belgelere de ulaşmıştık. Dolayısıyla elimizdeki somut
belgelere de dayanarak bu sözü sarf etmiştim. Şöyle demiştim: Türkiye
Cumhuriyeti bir imparatorluğun varisidir. Onun için imparatorluk topraklarını
kaybettiğinde içeriye doğru bir göç olmuştur. Bu göç içerisinde Türklerin
yanısıra ırken Türk olmayan ama bu ülkeyi benimsemiş, Müslüman olmuşlar başta
olmak üzere Arnavutlar, Boşnaklar vs. birçok unsur Türkiye'ye göç etmiştir. Ama
bunları bir mozaik gibi görmek de son derece yanlıştır.
Herkesin
kendi kimliğini öğrenmesi iyi bir şeydir ama Türkiye Cumhuriyeti'ni bu mozaik
söylemini kullanarak parçalamak da yanlıştır. Tasada, kıvançta bir olma
düşüncesiyle bu insanlar buraya gelmiştir. Bunları azınlık olarak görmekle
ayrımcılık ve yanlışlık yapılır dedim. Yine dedim ki; Batı dünyası mozaik
kavramı ve çeşitlilik üzerine çok kitaplar yazmaktadır. Andrews'in
"Türkiye Cumhuriyeti'nde Etnik Gruplar" adındaki kitabında Türkiye
kırk yedi etnik gruba ayrılmıştı. Halbuki yaptığımız araştırmalara bakacak
olursanız, bugün kendisini Kürt olarak bilen bir çok insan aslında Türk
asıllıdır dedim.
Yine
kendisini Kürt hatta Kürt-Alevi gösteren Ermeni dönmelerin bulunduğunu ifade
etmiştim. Bunları ifade ederken hedefim şuydu: Hatırlarsanız o günlerde, 2007
yılında, ülkede büyük bir kargaşa vardı ve adeta Türk-Kürt çatışmasına doğru
gidiliyordu. Hakikaten çok sıkıntılı bir dönemdi. Bazı şehirlerde çatışmalar
başlamıştı, Kürtler kovulmaya başlanmıştı. İç karışıklığa sürüklenecek bir
pozisyon çıkmıştı ortaya. Ama benim bu açıklamamdan sonra herkes bu olan biten
herşeyi unutarak bu açıklamamı konuşmaya başladı.
Sonrasında
benim de altı cilt halinde yayınlamış olduğum Osmanlı Tahrir Defterleri vardır.
Bu defterler baba adlarıyla beraber kişileri yazar. Bekar ya da evli, dul
olarak kaydedilirdi veya piri fani olarak adlandırılan yaşlılar belirtilirdi.
Ama adıyla gözleri görmeyenler, malul adıyla özürlüler kaydedilirdi. Devlet
memurları da bu defterlerde belirtilirdi. Ayrıca göçerler, çadır başına kaç
koyunları olduğu, yaylaklarının ve kışlaklarının yeri, ne kadar nüfusları
olduğu, verdikleri vergileri meblağı gibi bilgiler de dahil olmak üzere
kayıtlıydı.
Bu
defterlere dayanarak yaptığım iki yıllık bir çalışmanın sonrasında yayınlanan
altı cilt halindeki kitabımda da anlattığım gibi bugün kendisini Kürt olarak
tanımlayan fakat gerçekte tüm gelenekleriyle Türk olan Rışvan aşireti vardır.
Yine bunlara benzer olmak üzere Şavaklar vardır. Rışvan aşireti Osmanlı
kayıtlarına göre İğdir boyuna mensuptur. Şavak aşireti, bugün de Elazığ'dan
Erzincan'a kadar olan bölgede Çemişkezek de dahil olma üzere göçer haldedirler.
Çok meşhur peynirleri vardır. Bunların da Bayat boyundan olduğu kayıtlıdır.
Yine
Ahmet Türk'ün aşireti olan İzollar, Avşar boyundandır. Yine, Hakkari'de bulunan
Zeydanların asıl yurtları Bitlis ve Maraş'tır. Buralarda da hâlâ Zeydanlar
vardır ve Hakkaridekiler de buradan gitmedir. Yine bunlar da, 24 Oğuz boyundan
birisi olan Yiva boyundandır. Bütün bunlar bir gerçekliği göstermektedir.
Gerçekte Türkiye'de insanlar birbirleriyle kaynaşmışlardır. Rışvanların bir
kısmı kendisini Türk olarak diğer bir kısmı da Kürt olarak bilmektedir. Bu
durumun bir anlamı olsa gerektir. İzolların durumu da buna benzerdir. Demek ki
toplum kaynaşmıştır ve bir ayrıma gidilmemektedir.
Kürtlerden
Alevi Olmaz
Benim
bunları söylemem neden birdenbire birilerini rahatsız etmiştir? Çünkü
Türkiye'de Kürtçülük meselesi ve buna bağlı olarak kendilerini Alevi-Kürt
olarak gösteren Ermeni dönmeleri var demiştim. Burada "gösteren"
olarak tanımladığımın altını çizmek isterim. Bundan kim etkilenmektedir?
Kürtçülük yapmak isteyenler etkilenmiştir. Bir Türk bilim adamının bunları
söylemesine tepki göstermişlerdir.
Bir
taraftan da Alevi-Sünni çatışmasının temelinde de bu yatmaktadır. Gerçekte
Aleviler ile Sünnilerin çatışması için hiç bir neden yoktur. Gerçekte Alevilik
Hz. Ali ve Ehlibeyt'e duyulan sevgi ve saygıdır. Ama Sünniler Hz. Ali ve
Ehlibeyt'e saygısız ya da sevgisiz değillerdir. Hz. Ali, Peygamberimizin
amcasının oğlu ve damadıdır. Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin Peygamberimizin
torunlarıdır. Sünni ya da Alevi herhangi bir Müslümanın Peygamberimizin
yakınlarını, torunlarını sevmemesi mümkün değildir. Onların soyundan gelenlere
de Seyyid denmektedir. Osmanlı Devleti de bu insanlara Peygamberimizin soyundan
geldikleri için vergi muafiyeti tanımıştır. Yani normal durumda hiç bir
problemin olmaması gerekir; fakat birileri bu meseleyi kaşımıştır. Tıpkı
Sivas'ta, Maraş'ta olduğu gibi insanlarımızı birbirine düşürmeye, Alevi-Sünni
çatışması çıkarmaya çalışanlar kimlerdir?
Benim
söylediğim sözlere dayanarak olaya baktığımız zaman bu olayların nasıl çıktığı
ve kimlerin kışkırttığı ortaya çıkar. Böylelikle bu kışkırtıcılar afişe
olmuştur. Bir kişinin Kürt ya da Alevi-Kürt olduğunu söylemesi gayet tabi
karşılanmalıdır. Bir kişinin Alevi-Kürt ya da Alevi-Türk olması normalde bir
şey değiştirmez. Sonuç olarak herkes kendi inancına sahiptir, fakat burada
yapılmaya çalışılan farklı bir şeydir.
Normal
şartlarda Kürtlerden Alevi olmaz. Çünkü Kürtler Alevilikten önce Müslüman
olmuşlardı. Sünniydiler ve Şafii mezhebindendiler. Anadolu Aleviliği ise
1220'den sonra Hoca Ahmet Yesevi'nin yolundan gelen Hacı Bektaş Veli'nin
Anadolu'ya gelmesinden sonra ortaya çıkmıştır. O zaman neden 1220'den önce
Anadolu Aleviliği yoktur? 1200 senelerinde, hatta Haçlı Seferlerinden yüz sene
önce Arap Aleviliği (Nusayrilik) ve Şiilik vardır. Ama bu Arap Şiiliği de
İran'daki Şiilikten farklıdır. Şimdi burada bir noktayı iyi belirlemek
gereklidir. Kendisini Alevi-Kürt olarak tanımlayanlar arasında iki tür vardır.
Birincisi Türkmen'ken, Türk'ken, Alevi-Türk'ken Kürtleşmiş olanlardır. Maraş ve
bir kaç bölgede bu tip grupları sayabiliriz.
Aleviliğin
temelinde Türkçe semah olmasına karşın, Kürt-Alevi olarak kendilerini
tanımlayanların birçoğunda semah olmadığını görürüz. Semah, Türklerin eski
Göktanrı dininin, yani Şamanizm olarak da adlandırılan dini ayinlerinin İslami
ritüellerle değişmiş halidir. Bugün Tuva'da Şaman ayinlerine bakıldığında
semahın aynını görmek mümkündür. Anadolu Aleviliğinin semahı Türkçedir ve
yukarıda belirtiğim gibi İslami hüviyet taşır. Bu şekilde bu gelenek devam
etmiştir.
Kendilerini
Kürt Gösteren Ermeniler
Kendisini
Kürt-Alevi olarak tanımlayanlara bakınız. Bunların birçoğu kendisini
Horasan'dan gelmiş kişiler olarak nitelendirirler. Doğrudur. Şayet bunlar semah
yapıyorlarsa semahları kesinlikle Türkçedir. Ama bunların dışında hiç semah
yapmayanlar da vardır. Bunlar kimdir? Bizim buruda söylemek istediğimiz şey,
şayet semah yapmayan Aleviler varsa, bunlar ya Arap Alevilerdir veya Alevilikle
hiçbir ilgisi olmayan kimselerdir. Elimizde bizzat Ermeniler tarafından
hazırlanmış raporlar mevcuttur. Anadolu'da kalan ve ve kendilerini Kürt olarak
gösteren Ermeniler mevcuttur. Bunların hangi köyde oturdukları, hangi Ermeni
cemaatinin hangi Kürt aşireti adını aldığı, tümüyle kaydedilmiştir. Bu
belgelerden birini Fatih Altaylı'nın "Teke Tek" programında
göstermiştim. Orada Murat Bardakçı da vardı. Her ikisi de şaşkınlıklarını
gizleyememişlerdi. Hatırlarsınız.
Dolayısıyla
burada mesele bizim yaptığımız bir ayrımcılığı değil tam tersine yaptığımız bir
tespitin varlığını işaret etmektir. Bu tespit, ülkemizde barış içinde yaşayan
insanları provoke eden bir grup insanın varlığıdır. Ve biz bu insanların
yaptıkları hataları ortaya koyduk. Bir bilim adamı bunu ortaya koymamalı mıdır?
Eğer bu ülkenin bilim adamıysam hatta bu ülkenin sadece vatandaşıysam bu
ülkenin birlik ve beraberliğine çalışmak zorunda değil miyim? Herkesin
tarihleriyle yüzleşmesi, her seferinde dile getirilmiyor mu? Bilimsel özgürlük
rafa mı kalkmalı?
Türkler
Irkçı Olamaz
TÜRKSOLU: Ortada BDP gibi ırk temelinde kurulmuş bir
örgütlenme var. Siz BDP'li milletvekillerinin bile bir kısmının Türkmen kökenli
olduğunu söylüyorsunuz. Sonuçta tümünün aşiret ve aile kökenleri bellidir ama
yine de çok şaşırarak kabullenmek istemiyorlar. Hatta sinirleniyorlar. Bu tepki
de yine ırkçı tavrın bir göstergesi değil midir?
Yusuf HALAÇOĞLU: Bunların Meclis'te yaptıkları konuşmalara, basın
toplantılarına baktığınız zaman Kürtlerden ve Kürtlerin haklarından başka bir
şey söylemediklerini görmekteyiz. Ben de Türklerin hakları diye ortaya çıktığım
zaman bir çatışma meydana gelmeyecek mi? Bu ülkede Kürt veya Türk kim
haksızlığa uğramışsa tümünün birden üzerine gitmek gerekmez mi? Niye ayrım
yaparak sadece Kürtler demektedirler? İşte burada ırkçı bir tavır
sergilemektedirler. Eğer demokratik bir ülkede yaşıyorsak ve demokrasiyi
benimsemişsek, ülkede yaşayan tüm insanlara yönelik olarak demokraside, insan
haklarında eksiklikler varsa bunu engellemek zorundayız. Bu Roman'dır, bu
Kürt'tür, Türk'tür, Boşnak'tır, Arnavut'tur, Gürcüdür diyerek ayrım
yapamazsınız. Ermenidir, Rumdur ayırımı yapamazsınız. Herkesin aynı demokratik
ilke çerçevesinde aynı yasalara, aynı hukuka tabi olmak zorunluluğu vardır.
Ayrı ayrı yasalar çıkarırsak devlet olarak ırkçılık yapmış oluruz.
Eğer
bir Ermeni bizim vatandaşımızsa, Türklerden ayrı olmaması lazımdır. Bir Rum'un
farklı olmaması gereklidir. Nitekim, bir çok Rum, Ermeni ahbabım ve tanıdığım
vardır. Bunlar şunu söylüyorlar -ki Ermeni asıllı olmamıza karşın bu ülkenin
vatandaşıyız ve Türk'üz. Olmasını istemeyiz ama Ermenistan'la Türkiye arasında
bir savaş olacak olsa ben bayrağım altında Ermenilere karşı şehit olmaya
hazırım demektedirler. Böyle bir insanı nasıl ayırabiliriz?
Söyleşinin
hemen öncesinde yaptığımız konuşmada Türkler ırkçı olamaz demiştim. Onsekiz
imparatorluk kurmuş bir millet nasıl ırkçı olabilir? O zaman imparatorluk
kurulamazdı. Irkçı olmayan bir millet ise zaten soykırım yapamaz. Biz Türkler,
Türkiye Cumhuriyeti içinde yaşayan tüm vatandaşlarımızı aynı pota içinde
düşünmezsek, Türklerin, Rumların, Ermenilerin, Kürtlerin diyerek ayırt etmeden
aynı yasalarla bu ülkenin yönetilmesini sağlayamazsak o zaman Türkiye'ye en
büyük kötülüğü yapmış oluruz.
TÜRKSOLU: Sizin yaptığınız köken araştırmaları belli
çevreler tarafından ırkçılık olarak nitelendirilmeye çalışılıyor. Oysa bu,
Avrupa'da, da dünyanın her yerinde de yapılıyor...
Yusuf HALAÇOĞLU: Onların olaya bakışları şöyledir: Kendileri ile
ilgili yapılacak tüm çalışmalar ırkçılık değildir, birilerinin Kürt aşireti
olduğunu söyleyen araştırmalar ırkçılık değildir ama Türk olanlar tespit
edildiği zaman o ırkçılık olur. Bunu ırkçılık olarak nitelendirmelerinin asıl
sebebi ise kendilerinin ırkçı olmalarıdır ve bunu ırkçılık gibi göstermek
suretiyle kendi ırkçılıklarını gizlemeye çalışmaktadırlar. Halbuki biz Kürtler
yoktur demediğimiz gibi iç içe geçmişiz diyoruz. Onlar da vardır ve bizim
vatandaşımızdır. Bunların hepsi terör örgütü mensubu değildir. Onlarla
bağdaştırmak da son derece yanlıştır. Ama birileri çıkıp Kürt milliyetçiliği
adı altında, aslında ırkçılık yapmaktadır.
Kürtlere
Ait Yazılı Tarih Yok
TÜRKSOLU: Bir taraftan da ayrı bir tarih ve ayrı bir
millet laboratuvar ortamında yaratılmaya çalışılıyor. Olmayan belgelerle bir
takım tezler üretilmiş, AB politikaları da yıllarca buna hizmet etmiştir. Sizse
‘eğer Kürdoloji Enstitülerini batılılar değil biz kursaydık çok daha farklı
olurdu' söylemini de kullanmıştınız...
Yusuf HALAÇOĞLU: Ben bu tezi TTK'dayken önemle savunmuştum. Eğer
bir Kürdoloji enstütüsü kursaydık ve "ben Kürdüm" diyen bilim
adamlarıyla beraber çalışsaydık, bugün onların da düşünceleri çok farklı
olacaktı. Araştıralım ve bütün tarihe bakalım. Urartuların, Friglerin,
Hititlerin, Anadolu'da yaşamış olan herkesin yazılı tabletleri var. Peki niye
Kürtler ait bir yazılı tarih yok? Peki hangi mimari eser, yapı vardır? Varsa
göstersinler. Neden yoktur? Niye Kürt tarihi olarak yazılmış Şerefname'nin dili
Farsçadır? Neden Kürtçenin değişik diyalektleri birbirleriyle hiç
anlaşamamaktadır? Neden Kürtçe Farsça üzerine oturmuştur? Neden sayıları
Farsçadır?
TÜRKSOLU: Dilbilimcilerin araştırmaları da ancak üç yüz
tane "Kürtçe" denebilecek kelimenin var olduğunu göstermektedir...
Yusuf HALAÇOĞLU: Dil bilimcilerin yerel ortamlarda yaptıkları
araştırmalar da bu yöndedir. Yerel toplumlarda dil meselesi çok az kelimeyle
anlaşılacak niteliktedir. Bu Kürtlerin olmadığı anlamına gelmez. Fakat
Kürtlerin aslının ne olduğu, menşelerinin nereye dayandığı konusunda bile bir
çok farklı iddia vardır. Şeref Han, Şerefname'de Kürt adının menşeini
açıklarken; Sasani hükümdarı Dahhak'a kadar dayandırmak zorunda kalmıştır.
"Dağlara kaçanlara Kürt denildi" diyor. Dahhak bir hastalığa
yakalanmıştır. Hekimler, bunun ağrılarının dinmesi için iki gencin beyinlerinin
çıkarılıp yaraya sürülmesi tavsiyesinde bulunurlar. Bu uygulanır. Dahhak biraz
da olsa şifa bulur. Fakat bu işle görevlendirilmiş kişiler, gençlere acırlar.
Bir genci öldürür, diğerini dağlara kaçırırlar. Şerefname, dağlara çıkan bu
kişilere Kürt adı verildiğini söylemektedir.
Bir
çok milletin böyle efsaneleri vardır. Fakat bu ne kadar doğrudur? Neden çok
eskilere dönük bir varlık yoktur? O zaman nereden gelmektedir? Bunların da
araştırılması lazımdır.
Bir
toplulukla bir millet olmak çok farklıdır. Millet olmak için bir medeniyete
sahip olmak gerekir. Bir varlık göstermiş olmak lazımdır. Türkiye'de 20-25
milyonluk bir Kürt nüfusundan bahsedilmektedir ki bu rakam her yıl 5 milyon
artırılmaktadır! Benim samimi düşüncem Türkiye'de "ben Kürdüm"
diyenlerin sayısının çok fazla olmadığı yönündedir. Var olduğu söylenenlerin
birçoğunun da zaten Kürtleşmiş olanlardan meydana geldiği biliniyor.
İngiliz
Ve Fransızlar Ermenileri Kullandı
TÜRKSOLU: Ermeni meselesine ve Ermeni soykırımı
iddialarına geçmeden önce, konu ile ilgili güncel tartışmalardan da bahsetmek
istiyoruz. Fransız Parlamentosunun inkar yasası ile ilgili kararının ardından
tartışmalar yaşanmıştı. Şimdi de Amerika'nın açıklamaları geldi. Avrupa ve
genel olarak Batı, 2015'e hazırlanıyor gibi görünüyor. Sizce ne yapmaya
çalışıyorlar?
Yusuf HALAÇOĞLU: Fransa, Ermenileri en çok kullanan devletlerden
bir tanesidir. Hatta, Hrant Dink bile öldürülmeden önce Fransız TV5 televizyonunda
yaptığı mülakatta -ki okuyucular da bunu internetten rahatça izleyebilirler-
şunu söylemiştir: "Bizden Türklerden önce, asıl Fransızlar ve
İngilizler özür dilemelidir." Fransız üniformasıyla hayatını
kaybetmiş olan Ermenilerin listesi Fransız arşivlerinde var. Hatta bunlarla
ilgili Paris'te bir anıt da dikilmiştir. Bu anıtın üzerinde bir liste de vardır
ve hepsinin de doğum yerleri Anadolu'dur. Yani Osmanlı Ermenisidirler. İngiliz
General Allenby'nin komutasında yine Ermeniler Osmanlı'ya karşı savaşmıştır.
Rus Ordusunda keza, Bogos Nubar Paşa'nın söylediğine göre; 150 bin Ermeni
vardır. Bunun dışında bir de çete savaşları yapan Andranik ve Nazarbekov
komutasında 40 bin silahlı Ermeni Doğu Anadolu bölgesinde faaliyet
göstermiştir. Büyük katliamlar yapmıştır. Andranik'in hatıratını okuduğunuz
zaman bunu görebilirsiniz.
Soykırım
olduğunu kabul eden ve hatta bunun aksinin söylenmesine bile izin vermeyen
Fransa, acaba kendi suçunu örtbas etmek mi istemektedir? Bunların konuşulmasını
engellemek için mi yasak getirmektedir? Bu şekilde düşünürsek cevap evet
olacaktır. Dikkat ederseniz İngiltere'de soykırım kabul edilmemiştir.
İngilizler bu meseleyi daha önceden Malta Sürgünleri nedeniyle araştırmışlardı.
İngilizler, Malta'ya 144 kişiyi soykırım yaptıkları düşüncesiyle yargılamak
için götürmüşlerdi. Bu 144 kişiyi mahkemeye çıkarmak için delil aramışlardı.
Fakat bir türlü bu delilleri bulamadıkları için de serbest bırakmak zorunda
kalmışlardı. Bu nedenle İngilizler işin alt yapısını çok iyi biliyorlar.
Osmanlı
Devleti I. Dünya Savaşı sırasında ABD ile savaşmamıştır ama bu dönemki konsoloslarının
ve büyükelçilerinin yazdığı raporlar vardır. Bu raporlar arasında çelişkiler
vardır. Büyükelçinin raporlarında soykırım yerine, katliam gibi şeyler
yazılıdır ama sözgelimi Mersin Konsolosu Edwar Nathan'ın raporunda bazı
eksikliklere rağmen Çukurova bölgesinde bulunan yarım milyon Ermeni'nin gayet
düzenli bir şekilde trenlerle Halep'e sevkedildikleri anlatılmaktadır. Halep
Konsolosu Jackson da; "Buraya 500 bin Ermeni gelmiştir, 486 binine
de bize ait Ortadoğu yardım kuruluşu tarafından yardım edilmektedir" demektedir
ve harcanan paranın miktarını bile vermektedir. Veriler birbirini tutmaktadır.
Fakat ABD Büyükelçisi Morgenthau'nun yazdıklarına baktığınız zaman onun
raporlarının tamamen farklı olduğunu görürüz. Lord Bryce, bu belgelerin aynılarını
İngiltere adına Morgenthau'dan istemiştir ve ABD Başkanı da buna izin
vermiştir. Bryce'a gönderilen belgeler, Arnold Toynbee tarafından Blue Book
(Mavi Kitap)'a aktarılmıştır. Dolayısıyla Morgenthau ile Mavi Kitap aynı
bilgileri taşımaktadır. O dönem Arnold Toynbee, İngiliz istihbarat teşkilatının
Mezopotamya bölgesinden sorumlu maaşlı üyesidir. Mavi Kitap'ı da bir istihbarat
elemanı olarak bir propaganda malzemesi olması için yazmıştır. Bunlar
açıklanmıştır.
Avrupa
Kendi Suçunu Örtbas Etmektedir
Diğer
taraftan da Morgenthau'nun raporlarında yapılan sahtekarlıklar hakkında da
Amerikalı Heath Lowry, "Büyükelçi Morgenthau'nun Öyküsünün Perde
Arkası" adlı hem İngilizce hem de Türkçe bir kitap yayınlamıştır.
Bu kitapta da bütün olanları ortaya koymuştur. Ama bunları görmek istemiyorlar.
ABD bugün bunları bilmemekte midir? ABD, benim elimde fotokopileri bulunan
Thomas Mıgırdıcian "Diyarbakır'da Katliam, Kürtlerin
Saldırıları" raporunun arkasındaki Ermeni Kürtleri listelerini
bilmiyor mu? 1922'de savaş sonrasında ABD ve İngiltere'nin yaptığı dünyadaki
Ermenilerin nüfus istatistikleri, -ki bunun bir kopyasını ABD'den diğer
kopyasını da Cenevre'den hem Fransızca hem İngilizce olarak aldım-, ABD'nin
bilmemesi mümkün değildir. Cenevre bugün BM'nin merkezidir. Burada soykırımın
inkarı ile ilgili tutuklama kararları alınmıştır. Benim hakkımda da vardır.
Peki İsviçre bunları bilmiyor mu? Avrupalılar bunların hepsini bilmektedir.
Mesele sadece Ermeni yanlısı bir politika gütmekte olmalarıdır.
Hıristiyan
dayanışması adına birbirlerini destekleyebilirler. Ama İnsan Hakları Evrensel
Beyannamesi'ni yayınlayan Avrupa, parlamentolarında bu yasaları kabul ederken
söz konusu beyannamesinin en önemli maddelerinden olan 11. maddesini neden
ihlal etmektedir? Bu maddede, herkese savunma hakkı tanınmanın zorunluğu
olduğu, bu hak tanınmadan kimsenin yargılanamayacağı ve mahkum edilemeyeceği
belirtilmektedir. Parlamentolar ise yargı organı değildir. Ama bu na rağmen
aldıkları kararda muhataplarına savunma imkanı da tanımamaktadırlar. Neresinden
tutulursa elde kalan bir durum vardır ortada. Burada Avrupa kendi suçunu örtbas
etmektedir. Ermenileri aslında bu duruma düşüren Avrupa'nın ta kendisidir.
Osmanlı
Devleti Hıristiyanlara kin beslemiş olsaydı, Anadolu'daki bir çok Rum neden
sürgün edilmemiştir? Eğer Hıristiyanlardan ya da başka dinden olanlardan nefret
edilseydi ve bunlar uzaklaştırılmak istenseydi o dönemde Anadolu'da Rum da
vardı, Ermeni de vardı, Yahudi de vardı... Neden sadece Ermeniler sürgün
edilmişti?
Bizim
Arşivlerimiz De Açık Alnımız Da!
TÜRKSOLU: Fakat kimse Ermenilerin yaptığı katliamlardan
söz etmiyor...
Yusuf HALAÇOĞLU: Tehcirden önceki bir yıllık dönemde yani Mayıs
1914 ile Mayıs 1917 arasında Ermeni çeteleri tarafından öldürülen Müslüman
Türklerin sayısı 128 bindir. Bunların hepsinin de kaydı vardır. Peki, Taşnak,
Kudüs arşivleri neden açılmamaktadır? Neden Erivan'daki arşivlerin 1923
öncesini açmıyorlar? Bizim arşivlerimiz açıktır ve alnımız da aktır. Buyrun
tarihçilerden oluşan bir komisyon kuralım, hodri meydan diyoruz. Ama cevap
yoktur.
Burada
mesele şudur: Üzüm yemek değil bağcı dövmek istemektedirler. Kurt ve kuzunun
hikayesi gibidir. Kurt kaynağın üst tarafından su içmektedir, kuzu ise alt
taraftadır. Kurt, kuzuya "suyumu bulandırma" der. Kuzu ise "Ben
aşağıdayım nasıl senin suyunu bulandırabilirim" diye cevap verir. Kurt ise
kuzunun suyunu bulandırdığında ısrar eder çünkü niyeti zaten onu yemektir.
Burada da birebir aynı mantık vardır. Bize karşı nefretleri ve bizi mahkum etme
istekleri olduğu için bizi soykırımcı ilan etmeye, daha doğrusu bizi kendi
soykırımcılıklarına ortak etmeye çalışıyorlar. Bir topluluktaki suçlular, yine
o topluluktaki temiz insanlardan rahatsız olur. Temizleri de kendilerine
benzetmeye çalışırlar.
TÜRKSOLU: Biz bu konuda hep savunma mevziinde kalıyoruz.
Türkiye Ermenilerin yaptıklarını anlatmak da asıl soykırıma uğrayanın Türkler
olduğunu anlatma konusunda çok geride kalmaktadır. Mesela Azerbaycan'ın Hocalı
kentinde yaşananlar, tüm dünyanın gözleri önünde gerçekleşen çok büyük bir
katliamdır, soykırımdır. Ama Türkiye, Hocalı'da yaşananları hâlâ soykırım
olarak kabul etmiş değil. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Yusuf HALAÇOĞLU: Başladığımız işleri hep yarım bırakıyoruz. Hemen
bir çekince meydana geliyor. Hocalı'yla ilgili isteklerimiz üzerine burada özel
bir oturum yapıldı. Bundan böyle 26 Şubat'ın Hocalı katliam günü olarak
Türkiye'de anılması için teklifte bulunduk. Büyük bir ilgi de gördü. Yine
Azerbaycanlılar da bu konuda önceden olmadıkları kadar aktif davrandılar ve öne
çıktılar. Meksika ve Kolombiya meclisleri Hocalı'nın soykırım olduğunu kabul
etti. 1948 yılından sonra olmuş, kameraların tesbit ettiği, çocukların,
kadınların, silahsız insanların durup dururken kafalarının parçalanması
suretiyle vahşice öldürüldükleri bir harekettir bu. Sadece soykırım değil, buna
bağlı olarak gelişmiş bir vahşiyane harekettir. Kinle önceden hazırlanmış bir
olaydır. Zaten Ermenilerle yapılan röportajlarda da söyledikleri şudur:
"Ben tabancamı alıp bütün Türkleri öldürürüm". Bu kin ve ırkçılıkla
gelmişlerdir, soykırım yapmışlardır.
Medeniyet
Dediğin Tek Dişi Kalmış Canavar
Türkiye'de
öldürülmüş büyükelçilerin hanımları konuşmaktadır. "Ben onları
affediyorum" demektedir. İkisini karşılaştırın. Aradaki farka bakın.
Ermenilerin geçmişte yaptıklarının, 518 bin kişiyi öldürdüklerinin kanıtı
aslında Hocalı'dır. Ermeniler açısından bir devamlılık vardır. Biz Kıbrıs'a
gittik. Soykırım mı yaptık? Oysa burada da çatışma olmuştu. I. Dünya Savaşı'nın
sonrasında Milli Mücadeleyi verdik. Bu sırada soykırım mı yaptık? Gürcülerle ve
Ermenilerle savaştık ve sonradan anlaşma imzaladık. Kars ve Gümrü anlaşmaları
yapıldı. Ne zaman soykırım yaptık? Peki Ermeniler daha önce Azerbaycan'da
soykırım yaptılar mı? Evet, yaptılar. 1918'de Türk Ordusu Nuri Paşa komutasında
gidip kurtardı. Hocalı'yı yaptılar. Örnek bir tane değildir.
Almanya'da,
Berlin'de bir konuşmaya yapmaya gittiğimde Berlin polis müdürlüğü bana
"soykırım yalandır derseniz hakkınızda soruşturma açılabilir" dedi.
Bana gönderdikleri yazı bende mevcuttur. Hani burası ifade özgürlüğü olan bir
yerdi? Ben de konuşmam sırasında böyle bir yazı aldığımı açıkladım. "Bu
yazıya göre Ermeni soykırımı yalandır diyemeyeceğim ama külliyen
uydurmadır" dedim. Yalan kelimesi yerine uydurma kelimesini kullandım.
Hukuki sonuçları ne olur bilemiyorum.
Medeni
ve insan haklarına, ifade özgürlüğüne saygılı bildiğimiz ve de bizi bu konuda
suçlayan Avrupa, aslında bu konularda büyük risk teşkil eden bir konum
içindedir. Avrupa'yı gözümüzde boşuna büyütüyoruz. Mehmet Akif Ersoy boşuna "Medeniyyet
dediğin tek dişi kalmış canavar"dememiştir. Medeniyet teknoloji değil
insanlıktır. İnsana insan olarak değer vermektir. İnsanı sevmektir,
sevebilmektir. Hoşgörebilmektir. Bu da bizde fazlasıyla vardır.
Türk'ün
Türk'e Propagandasını Yapmalıyız
TÜRKSOLU: Aslında Ermeni meselesiyle ilgili tartışma
tarihsel ya da bilimsel değil siyasi bir zeminde sürüyor. Biraz Türk kamuoyunun
bu konuda bilinçlendirilmesi gerekmiyor mu? Türk'ün Türk'e propagandası ile
suçlanılmaktadır bunu savunanlar. Fakat asıl propagandaya ihtiyacı olan Türk
tarafı değil mi? Bugün medya ciddi anlamda kafa bulandırırken sıradan
vatandaşımız da bazı şeylere inandırılmaya başlıyor. Yani Batıyı ikna etmeden
önce Türkleri ikna etmek gerekmiyor mu?
Yusuf HALAÇOĞLU: Benim
tüm çalışmalarım Türk kamuoyu oluşturmaya yönelikti. Ben de aynı karşı çıkışla
karşılaştım. Bana Türk'ün Türk'e propagandasını yaptığımı söylediler. "Tarih
Gelecektir" kitabımda da bu konu vardır. Ben de "Evet,
Türk'ün Türk'e propagandasını yapıyorum" dedim. Bu söylemi bir
psikolojik baskı aracı olarak kullanıyorlardı. Kamuoyunun aydınlatılmasını
istemedikleri içini bizi bu şekilde baskı altında tutmaya çalışıyorlardı.
Türklere anlatmayacağız, sadece yabancılara kedinimizi anlatacağız mantığı
yanlıştır. Biz yabancıları çoktan kaybetmiştik. Ermeniler, onları bir şekilde
lobileri vasıtasıyla ikna etmişlerdi, Batı devletleri de kendi hatalarını
örtmek için bunlara yardımcı olmuşlardı. Bu nedenle bizim öncelikle kendi
kamuoyumuzu kazanmamız lazımdı. Halkımız artık "belki yapmışızdır" deme
noktasına gelmişti çünkü kimse hiçbir şey bilmiyordu. Biz de bu noktanın
üzerine ağırlık verdik ve bana göre şu anda Türkiye'de çok geniş, %90'lara
varacak bir halk kitlesi soykırım yapmadığımız inancındadır. Olduğunu
söyleyenlerin bir çoğu ise zaten Ermeni kökenli insanlardır. Bunlar da yine
normal Ermeni vatandaşlarımız değildir. Gerçekte bir çok Ermeni vatandaşımız da
bizim gibi düşünmekte ve soykırım olduğunu kabul etmemektedir. Ama kafaları
siyaseten bir yerlere bağlı olan insanlar çıkıp 24 Nisan'ı anmaya çalışıyorlar.
Bu
millet herşeyin üstesinden gelir. Bunların da üstesinden geliriz. Üç beş tane
çapulcuya pabuç bırakacak halde değiliz.
TÜRKSOLU: Dersim meselesi ile ilgili olarak da aynı şey
geçerli değil midir Hocam? Dersim'de 1938 yılında Kürtlerin katledildiğine
inandırılmaya çalışılıyor mu Türk toplumu?
Yusuf HALAÇOĞLU: Sizin hazırladığınız kitap bu konuda iddiada
bulunanlara öyle büyük bir darbe vurdu ki belki farkında değilsinizdir.
Şaşırdılar kaldılar, sesleri çıkacak durumda değil.
Elimde
On Bin Belge Var
TÜRKSOLU: Bugüne kadar arşivler açılsın diyenler, arşivler
karşısında susuyorlar artık. Sizin Ermeni meselesiyle ilgili yaptığınız
çalışmalardan sonra da aynı şeyler yaşanmıştı.
Yusuf HALAÇOĞLU: Evet,
artık arşivlerden vazgeçtiler ancak sözlü tarihin geçerli olacağını savunmaya
başladılar. O zaman madem öyle Ermeni çetelerinin yaptığı katliamları
anlatanları da dinleseler ya bir kere. Onların anlattıklarıyla ilgili kitaplara
da baksalar ya. Ama bakmazlar. Çünkü bu işlerine gelmez.
Bilimsel
çalışmalardaki eksikliklerimize dayanarak bunlar bizim üzerimizde psikolojik
baskı kurmaya çalıştılar. Bunu Avrupa da Türkiye üzerinde siyaseten yaptı. Ama
bu araştırmalar yapılıp her şey ortaya çıkınca bu defa meseleyi bilimsel yönden
siyasi yöne iyice kaydırdılar. Bu ülkede soykırımı kabul ettiğini söyleyen
Halil Berktay'dan tutun da Baskın Oran'a kadar hiç kimse televizyona çıkıp ya
da bir panelde bu konuyu tartışalım diyemiyor. Diyemezler ve gelemezler. Bunu
bunadan tekrar söylüyorum. Bunu yapmaları mümkün değildir. Buna Etyen Mahçupyan
da dahildir. Buyursunlar bir toplantı yapalım herkes elinde ne varsa ortaya
koysun ve enine boyuna tartışalım. Var mısınız? Yoklar. Eğer varlarsa tekrar
sesleniyorum. Ama yapamazlar çünkü ellerinde kendi tezlerini ispat edecek bir
tane bile belge yoktur. Ama benim elimde on bin tane belge var bu konuyla
ilgili. Nüfus rakamlarıyla, insanların öldürülmediğini ortaya koyacak,
yabancıların bunlara yardım edildiğine izin verildiğine dair raporlarıyla
beraber tüm belgeler var.
Geçenlerde
iktidar partisi milletvekillerinden birisi çıkıp Ermenilerden özür diledi. Bu
platformda tartışmaktan kaçındıkları için bilimsel yönü bırakıp tamamen siyasi
yöne çektiler. O zaman yapılması gereken şey şudur: Bizim bilim adamları olarak
elde ettiğimiz veriler, hükümet tarafından devlet tarafından hassasiyetle ele
alınmalı buradan faydalanılarak siyasi ortamda sorunun çözümü sağlanmalıdır.
Bunu yapacak irade, cesaret ve ruh gereklidir. Ben Meclis'te de kapalı ya da
açık oturumda bunun tartışılmasını teklif ettim. Neden kabul edilmedi? Bana
birisi böyle bir teklif etse ben hemen kabul ederim. Bu tartışmaya hemen
girerim. Neden bunlar çekinmektedirler? Artık siyasi ve otoriter bir şekilde
bunu tepemize vura vura kabul ettirmek için çalışıyorlar.
Bunlar
başaramayacaklardır çünkü hukukun karar vermesi gereklidir. Soykırımı hükümet
kabul edemez. Bütün Türk toplumu buna tepki gösterir. Türk toplumunda kamuoyu
oluşturulması onun için önemliydi. Artık iktidarlar bu konuda kendi başlarına
karar veremezler. Ermeni açılımı konusunda gösterilen tepki açıktır. Millet
karşı çıkmıştır. Bu nedenle de hemen rafa kaldırılmıştır.
Dersim'e
Makineli Tüfekleri Fransızlar Gönderdi
TÜRKSOLU: Yani vatandaşımız atasını suçlu görmemektedir.
Birilerinin çıkıp Dersimlilerden, Ermenilerden özür dilemesini izledik. Fakat
kimse çıkıp da aslında Dersim'de ayaklananların devletten özür dilemeleri
gerektiğini söylemedi.
Yusuf HALAÇOĞLU: Bunların kim olduğu da herkes tarafından
bilinmektedir. Bunlar altı aşiretten ibarettir. Dersim'de herkes isyan etmedi.
Diaspora Ermenileri ve Taşnaklar gelsinler ve Türkiye'de bir panel yapalım.
Desinler ki; "Arkadaşlar biz yanlış yaptık, devletimize karşı çıktık.
İhanet ettik, sivil insanları, kadınları çocukları, bebeleri öldürdük, hamile
kadınların karınlarından ceninleri çıkarıp elimizde salladık". Bunlar
Pastırmacıyan'ın kendi raporlarında var. Şöyle devam etsinler; "Biz bu
hataları yaptık ve Türk milletinden özür diliyoruz". Biz de o zaman
diyelim ki; "Biz sizin bu yaptıklarınıza karşılık olarak sizi sürgün
ettik, savaş alanlarına çıkardık. Bunlar olurken başınıza bir takım trajik
olaylar geldi. Bu olanlar bizim elimizde olmayan şeylerdi. Eşkıyalar
saldırdılar, gasp ettiler, öldürdüler, yağmaladılar. Sizler de yerinizden
yurdunuzdan oldunuz. Biz de sizden özür dileriz" diyelim. Var mısınız?
TÜRKSOLU: Bu olayların sorumlusu da anlaşıldığı kadarıyla
Kürtlerdir.
Yusuf HALAÇOĞLU: Büyük çapta karşılıklı bir öldürme gerçekleşti.
Ama önce Ermeni çeteleri Osmanlı askeri elbiselerle Kürt köylerine saldırdı. Bu
sebeple de karşılıklı öldürme gerçekleşti. Yabancı kaynaklarda da aynı yönde
kayıtlar yer almaktadır. Bu durumu Meclis'te de ifade ettim. Ermenileri
öldürenlerin Türkler mi Kürtler mi olduğunu yine bir açık veya kapalı oturumda
tartışmayı Meclis'te BDP'lilere söyledim. Onlar Osmanlı devletinin bunu
emrettiğini söylediler. Ben de o zaman bunu kanıtlamalarını istedim. O zaman
Osmanlı yaptıysa da ortaya çıksın dedim. Var mısınız dedim, yine yoklar, Çünkü
Osmanlı emretmedi aksine durdurdu. Bütün ABD ve Alman kayıtlarında der ki "Osmanlı
Ordusu olmasaydı, Kürtler Ermenilerin hepsini kesip, bir tanesini bile
bırakmazdı".
I.
Dünya Savaşı sırasında hangi Kürt aşiretlerinin Ruslarla işbirliği yaptığını da
Meclis'te BDP'lilere sordum. Buyrun, siz Çanakkale deyip duruyorsunuz dedim,
bir oturum yapalım hangi Kürt aşiretleri Ruslarla işbirliği yapmışlardır
açıklayın, dedim.
1920
Koçgiri, 1925 Şeyh Sait, 1926 Koçuşağı ardından da Dersim. Dersim'le ilgili
olarak sizin yayınladığınız belgeler arasında var. 1935 yılında Kamışlı'da ve
Halep'te Kürtlerle, Ermenileri İtalyanlar bir araya getirmiştir. Dersim'e
makineli tüfekleri gönderenler kimlerdir? Fransızlar.
Medeniyet
Batıda Yoktur Doğuda Vardır
TÜRKSOLU: Son olarak Türkiye'nin Türk Birliği ile ilgili
fikirlerinizi sormak isterim. Türkiye, AB'ye benzer şekilde bir Türk Birliğini
Türk cumhuriyetleriyle birlikte oluşturamaz mı? Atatürk döneminde, Sadabad ve
Bağdat Paktları gibi örneklerden biliyoruz, Türkiye'nin yüzünü doğuya döndüğünü
görüyoruz. Bugün ise tek umudumuz Batıymış gibi hissettirilmeyi çalışılıyor.
Türk kamuoyu da bununla oyalanıyor. Her şey aslına rücu edermiş, güneşin
Doğudan yükseldiğini hatırlatmak gerekmiyor mu? Mesela, TBMM'de Kırgızistan Cumhurbaşkanı
Almazbek Atambayev'in yaptığı konuşma, Nazarbayev'in Kazakistan'daki söylemleri
hakkında neler düşünüyorsunuz? Türk Cumhuriyetlerinin bu birliğe ihtiyacı
olduğunun bir göstergesi değil midir? Türkiye bunu değerlendirebilir mi?
Yusuf HALAÇOĞLU: Türkiye kendi iradesiyle bir dış politika
gerçekleştirecek olursa söylediklerinizi gerçekleştirebilir. Maalesef bugün bu
yoktur. AB'nin on sene içinde dağılıp çökeceğini ben TTK Başkanıyken de
söylemiştim. Nitekim bu durum şu anda büyük oranda gerçekleşmiştir. AB kendi
içinde büyük bir ekonomik krize düşmüştür. Sadece Alman ekonomisi ayaktadır.
Fransa bile sallantıdadır. Bütün birlik üyesi ülkelerin ekonomileri ciddi
biçimde sarsılmıştır. Yunanistan, İspanya, İtalya, Polonya, Macaristan gibi
ülkeler iflasın eşiğine gelmiştir. AB'nin eski fonksiyonu yoktur ve Türkiye'nin
AB'ye girmesinin de hiç bir anlamı kalmamıştır. Aslında yarından tezi yok,
Türkiye'nin Gümrük Birliği'nden derhal çıkması lazımdır. Türkiye'de hükümet
bundan bir buçuk yıl önce doğru bir siyaset takip ediyordu. Suriye ile vizeler
kaldırıldı. İran'la aynı şekilde anlaşmalar yapıldı. Bunun üzerine Batı
dünyasında hemen eksen kaymasından bahsedilmeye başlandı. Ben o sırada
Halep'teydim. Eksen kayması konusunda televizyonların bana sorduğu soruya şöyle
cevap vermiştim: "Türkiye kaymış olan eksenini doğruya
oturtuyor".
Dünya
enerji merkezlerinin bulunduğu coğrafya, Türk cumhuriyetleri de dahil olmak
üzere Ortadoğu coğrafyasıdır. Irak ve İran'ı da içine alarak Türk
cumhuriyetlerinin bulunduğu bu coğrafya dünya petrollerinin % 60'ına sahiptir.
Bütün Avrupa'yı besleyen doğalgaz da bu bölgeden çıkmaktadır. ABD, BOP ile
Ortadoğunun bu büyük enerji merkezlerine hakim olmaya çalışmaktadır. Bölgeye
yeniden şekil vermeye, parçalamaya çalışıyor. Böyle bir ortamda Türkiye'nin bu
politikadan vaz geçip yüzünü Doğuya döndürmesi lazım. Medeniyet Batıda yoktur.
Medeniyet Doğuda da vardır.
Bu
medeniyeti sadece teknoloji olarak düşünsek bile bugün Tayland'dan Kore'ye,
Japonya'dan Çin'e, Hindistan'a kadar Doğuda müthiş bir teknoloji gelişmesi
vardır. Eğer Türkiye akıllı davranarak Türk cumhuriyetleri ile beraber İran,
Gürcistan hatta Rusya ile Baltık kıyılarından Kızıldeniz'e kadar uzanan bir
coğrafyayı içine alan yeni bir birlik kurmanın adımlarını attığı zaman çok şey değişecektir.
Engeller tabi ki çıkacaktır ama bunları aşmak mümkündür. Böylece dünyada söz
sahibi olacak önce ekonomik ardından da siyasi bir işbirliği doğacaktır.
ABD,
bugün Çin'le mücadele edemeyecek bir pozisyona düşmüştür. Çin ekonomik gücüyle,
nüfusuyla büyük bir güçtür. Şöyle düşünelim: 400 milyon insan 1,5 dolardan
çalışsa 600 milyon dolar günlük geliri var demektir. Bu büyük ekonomiyle
ABD'nin başa çıkması mümkün değildir. Askeri anlamda da bu böyledir.
Dolayısıyla ABD'nin Çin'i alt edebilmesinin tek yolu olarak Çin'in ihtiyacı
olan enerji merkezlerine sahip olmak kalmaktadır. Bugün Ortadoğu'da meydana
gelen tüm olayların temelinde de bu yatıyor. Halbuki biz akıllı olsak da bu
coğrafyada işbirliği yaparak bir yerlere varsak zannediyorum ki o takdirde
dünyada Türkiye'nin geleceği de garanti altına alınmış olacaktır.
Türk
Milleti Emperyalist Değildir
TÜRKSOLU: Türk milletinin bu duruma gelmesi aynı zamanda
dünya barışının da garantisi olabilir mi?
Yusuf HALAÇOĞLU: Türk milleti emperyalist değildir, başkalarını
sömürerek bir yere varmaya çalışan bir yapısı yoktur. Bu kadar imparatorluklar
kurmuştur. Bunlardan hangi birisi içinde yaşalan milleti kendi kültüründen,
dilinden ve dininden uzaklaştırmıştır? Selçukluları düşünelim. Emirlerinde
bulunan milletlerin arasında Ermeniler ve Gürcüler de vardı. Araplar, İranlılar
ve Kürtler de vardı. Neden hiçbiri asimile olmamıştır? Karahanlılar,
Akkoyunlular, Karakoyunlular, Gazneliler neden kimseyi asimile etmemiştir?
Hunlardan
ve çok eski devirlerden değil daha yakın zamanlardan bahsediyorum. Mesela
Avarlar Macaristan bölgesinde hüküm sürmüştü. Makedonya bölgesinde Kumanlar
vardı. Bu devletler, milletler şimdi nerededir? Şu anda yoklar. Bugün
Makedonya'da Kumanova tarihen de sabit olarak hâlâ Kumanların yaşadığı yerdir.
Bunlar birilerini asimile etmek yerine kendileri asimile olarak
Slavlaşmışlardır. Halbuki çok güçlüydüler. Avarlar, bütün Avrupa'yı
hakimiyetleri altına almışlardı. Bugün Macaristan'dadırlar ama asimile
olmuşlardır. Gerçekte emperyalist olmadıkları için asimile olmuşlardır.
Cezayir'deki Türkler de bugün oradadırlar.
Gittik ve gördük. Türkçe'yi unutmuşlardır. Yemen'deki Türkler nerede? Sana'da
Türk mahallesi olarak bilinen yerde yaşıyorlar ama Türkçe bilmiyorlar.
Mısır'daki Kölemen, Memluk, Ihşidiler, Tolunoğulları neredeler? Osmanlı
Türkleri neredeler? Suriye'de 700 bin Türk var denilmektedir. Aslında daha da
fazladır. Onların hepsi bugün Arapça konuşmaktadır. Golan Tepeleri hep Türk
köyleriydi ama Türkçe yazmasını bile unutmuşlardı. Ürdündekiler, Lübnandakiler
nerede? Girit'ten gidip Lübnan'da, Suriye'de, Trablus'ta yaşayanlar neredeler?
Gittik bunlarla da konuştuk. Daha dün olmasına rağmen ancak çat pat Türkçe
konuşabiliyorlar ve "bizi neden yalnız bıraktınız" diye bize
soruyorlardı. Biz ırkçı olsaydık bugün bunların hiçbirisi olmayacaktı belki ama
o zaman da Türk milleti olmayacaktı. Türk'ün hoşgörüsü, vakur duruşu, insani
yanı bunlar da olmayacaktı. O zaman da medeniyete yön veren, medeni ve insan
olan bir Türk milleti olmayacaktı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder