Mustafa Kemal Atatürk ve Türk Milleti
30 Ağustos'ta sevk ve idare ettiğim
muharebede Türk milleti yanımdaydı. Bir insan, milletiyle beraber hareket
ettiği zaman ne kadar kuvvetli hissediyor, bilir misiniz? Bunun tarifi zordur.
Bunun anlatmakta güçlük çekersem beni mazur görünüz.
Arkadaşlar! Gidip, Toros Dağları'na
bakınız, eğer orada bir tek Yörük çadırı görürseniz ve o çadırda bir duman
tütüyorsa, şunu çok iyi biliniz ki bu dünyada hiçbir güç ve kuvvet asla bizi
yenemez.
Artık bugün demokrasi fikri daimî
yükselen bir denizi andırmaktadır. 20. yüzyıl, birçok müstebit hükûmetlerin bu
denizde boğulduğunu görmüştür.
Az zamanda çok ve büyük işler yaptık. Bu
işlerin en büyüğü, temeli Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan,
Türkiye Cumhuriyeti'dir. Bundaki muvaffakiyeti Türk milletinin ve onun değerli
ordusunun bir ve beraber olarak azimkârane yürümesine borçluyuz. Fakat
yaptıklarımızı asla kâfi göremeyiz. Çünkü daha çok ve daha büyük işler yapmak
mecburiyetinde ve azmindeyiz. Yurdumuzu dünyanın en mamur ve en medeni
memleketleri seviyesine çıkaracağız. Milletimizi en geniş refah, vasıta ve
kaynaklarına sahip kılacağız. Millî kültürümüzü, muasır medeniyet seviyesinin
üstüne çıkaracağız. Bunun için, bizce zaman ölçüsü, geçmiş asırların
gevşetici zihniyetine göre değil, asrımızın sürat ve hareket mefhumuna göre
düşünülmelidir. Geçen zamana nispetle, daha çok çalışacağız. Daha az zamanda,
daha büyük işler başaracağız. Bunda da muvaffak olacağımıza şüphem yoktur.
Çünkü, Türk milletinin karakteri yüksektir. Türk milleti çalışkandır, Türk
milleti zekidir. Çünkü Türk milleti millî birlik ve beraberlikle
güçlükleri yenmesini bilmiştir. Ve çünkü, Türk milletinin yürümekte
olduğu terakki ve medeniyet yolunda, elinde ve kafasında tuttuğu meşale, müspet
ilimdir. Şunu da ehemmiyetle tebarüz ettirmeliyim ki, yüksek bir insan cemiyeti
olan Türk milletinin tarihi bir vasfı da güzel sanatları sevmek ve onda
yükselmektir. Bunun içindir ki, milletimizin yüksek karakterini,
yorulmaz çalışkanlığını, fıtri zekâsını, ilme bağlılığını, güzel sanatlara
sevgisini, millî birlik duygusunu mütemadiyen ve her türlü vasıta ve
tedbirlerle besleyerek inkişaf ettirmek millî ülkümüzdür. Türk milletine çok
yaraşan bu ülkü, onu, bütün beşeriyete hakiki huzurun temini yolunda, kendine düşen
medeni vazifeyi yapmakta, muvaffak kılacaktır.
Ben icap ettiği zaman en büyük hediyem
olmak üzere, Türk milletine canımı vereceğim.
Benim yaratılışımda fevkalade olan bir
şey varsa, Türk olarak dünyaya gelmemdir. Her Türk ferdinin son nefesi, Türk milletinin
nefesinin sönmeyeceğini, onun ebedî olduğunu göstermelidir.
Bilelim ki millî benliğini bilmeyen
milletler başka milletlere yem olurlar.
Bir millet kendi kuvvetine dayanarak
varlığını ve bağımsızlığını sağlamazsa şunun bunun oyuncağı olmaktan kurtulamaz.
Bir milletin başarısı, mutlaka bütün
millî güçlerin bir istikamette oluşmasıyla mümkündür. Bu nedenle bilelim ki,
elde ettiğimiz başarı, milletin güç birliği etmesinden, ortak hareket
etmesinden ileri gelmiştir. Eğer aynı başarı ve zaferleri gelecekte de
tekrarlamak istiyorsak, aynı esasa dayanalım ve aynı şekilde yürüyelim.
Biz daima hakikat arayan, onu bulunca ve
bulduğuna kani olunca açıkça söylemekten kaçınmayan insanlar olmalıyız.
Biz milliyet fikirlerini tatbikte çok
gecikmiş ve çok ilgisizlik göstermiş bir milletiz. Bunun zararlarını fazla
faaliyetle gidermeye çalışmalıyız. Osmanlı İmparatorluğu içindeki çok çeşitli
topluluklar, hep millî inançlarına sarılarak, milliyetçilik idealinin gücü ile
kendilerini kurtardılar. Kuvvetimizin zayıfladığı anda bizi hor ve hakir
gördüler. Anladık ki, kabahatimiz kendimizi unutmuş olduğumuzmuş.
Dünyanın bize saygı göstermesini istiyorsak, ilk önce biz kendi benliğimize ve
milliyetimize bu saygıyı, hissî, fikrî ve fiilî olarak, bütün davranış ve
hareketlerimizle gösterelim.
Biz ne Bolşevikiz, ne de komünist: Ne
biri, ne diğeri olamayız. Türkler milliyetperver ve dinlerine hürmetkâr bir
millettir. Bizim hükümet şeklimiz tam bir demokrat hükümetidir.
Biz öyle milliyetçileriz ki, bizimle iş
birliği yapan bütün milletlere saygı duyar ve riayet ederiz.
Biz Türkler, bütün tarihimiz boyunca
hürriyet ve istiklale timsal olmuş bir milletiz.
Bizim başka milletlerden hiçbir
eksiğimiz yok. Cesuruz, zekiyiz, çalışkanız, yüksek amaçlar uğrunda ölmesini
biliriz.
Bizim halkımız, menfaatleri birbirinden
ayrılır sınıflar halinde değil tam aksine varlıkları ve çalışmalarının
sonuçları birbirine gerekli olan sınıflardan ibarettir. Bu dakikada
dinleyicilerim çiftçilerdir, sanatkârlardır, tüccarlardır ve işçilerdir.
Bunların hangisi diğerinin muarızı olabilir?
Bizim milletimiz, vatanı için, hürriyeti
ve egemenliği için fedakâr bir halktır.
Bizim milletimiz derin bir maziye
maliktir. Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde
kuvvet bulacaktır.
Bu memleket, Dünya'nın beklemediği, asla
ümit etmediği bir müstesna mevcudiyetin yüksek tecellisine, yüksek sahne oldu.
Bu sahne yedi bin senelik (en aşağı), bir Türk beşiğidir. Beşik tabiatın
rüzgârlarıyla sallandı; beşiğin içindeki çocuk tabiatın yağmurlarıyla yıkandı,
o çocuk tabiatın şimşeklerinden, yıldırımlarından, kasırgalarından evvelâ
korkar gibi oldu; sonra onlara alıştı; onları tabiatın babası tanıdı, onların
oğlu oldu. Bir gün o tabiat çocuğu tabiat oldu, şimşek, yıldırım, Güneş oldu.
Türk oldu. Türk budur. Yıldırımdır, kasırgadır, Dünya'yı aydınlatan Güneş'tir!
Bu memleket tarihte Türk'tü, hâlde
Türk'tür ve ebediyen Türk olarak yaşayacaktır.
Bu millet kılı kıpırdamadan dava uğruna
canını vermeye razı olmasaydı, ben hiçbir şey yapamazdım.
Bugün vardığımız barışın ebedî barış
olacağına inanmak saflık olur. Bu o kadar önemli bir gerçektir ki, ondan bir an
bile gaflet, milletin hayatını tehlikeye sokar. Şüphesiz, hukukumuza, şeref ve
haysiyetimize saygı gösterildikçe, mukabil saygıda asla kusur etmeyeceğiz.
Fakat, ne çare ki, zayıf olanların hukukuna saygının noksan olduğunu veya hiç
saygı gösterilmediğini çok acı tecrübelerle öğrendik. Onun için, her türlü
ihtimallerin gerektireceği hazırlıkları yapmakta asla gecikmeyeceğiz.
Bu dünyadan göçerek Türk milletine veda
edeceklerinin çocuklarına kendinden sonra yaşayacaklara, son sözü bu olmalıdır:
'Benim Türk milletine, Türk cemiyetine, Türklüğün istikbaline ait ödevlerim
bitmemişti, siz onları tamamlayacaksınız. Siz de sizden sonrakilere benim
sözümü tekrar ediniz. Bu sözler bir ferdin değil, bir Türk milleti duygusunun
ifadesidir.' Bunu, her Türk bir parola gibi kendinden sonrakilere mütemadiyen
tekrar etmekle son nefesini verecektir. Her Türk ferdinin son nefesi, Türk
milletinin nefesinin sönmeyeceğini, onun ebedi olduğunu göstermelidir. Yüksek
Türk, senin için yüksekliğin hududu yoktur. İşte parola budur! (1935)
Bugünkü Türk milleti siyasi ve içtimai
camiası içinde kendilerine Kürtlük fikri, Çerkezlik fikri ve hatta Lazlık fikri
veya Boşnaklık fikri propaganda edilmek istenmiş vatandaş ve millettaşlarımız
vardır. Fakat mazinin istibdat devirleri mahsulü olan bu yanlış adlandırmalar,
birkaç düşman aleti mürteci, beyinsizden başka hiçbir millet ferdi üzerinde
üzüntüden başka bir tesir yapmamıştır. Çünkü bu millet fertleri de umum Türk
camiası gibi aynı müşterek maziye, tarihe, ahlaka, hukuka sahip bulunuyorlar.
Bugün içimizde bulunan Hıristiyan, Musevi vatandaşlar, mukadderat ve
talihlerini Türk milletine vicdani arzularıyla bağladıktan sonra kendilerine
yan gözle, yabancı gözüyle bakılmak, medeni Türk milletinin asil ahlakından
beklenebilir mi?
Büyük şeyleri büyük milletler yapar.
Büyük Türk milleti! On beş yıldan beri
giriştiğimiz işlerde muvaffakiyet vadeden çok sözlerimi işittin. Bahtiyarım ki,
bu sözlerimin hiçbirinde, milletimin hakkımdaki itimadını sarsacak bir
isabetsizliğe uğramadım. Bugün, aynı iman ve katiyetle söylüyorum ki, millî
ülküye tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milletinin, büyük millet olduğunu
bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır.
Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün
unutulmuş medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, bundan sonraki inkişafı ile
âtinin yüksek medeniyet ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır. Türk
milleti! Ebediyete akıp giden her on senede, bu büyük millet bayramını, daha büyük
şereflerle, saadetlerle, huzur ve refah içinde kutlamanı gönülden dilerim. Ne
mutlu Türküm diyene!
Çiftçinin sanatkâra, sanatkârın çiftçiye
ve çiftçinin tüccara ve bunların hepsinin birbirlerine ve işçiye muhtaç
olduğunu kim inkâr edebilir?
Türkler Arapların dinini kabul etmeden evvel de büyük
bir millet idi.
Din birliğinin de bir millet teşkilinde,
müessir olduğunu söyleyenler vardır; fakat biz, bizim gözümüz önündeki Türk
milleti tablosunda bunun aksini görmekteyiz.
Türkler, Arapların dinini kabul etmeden
evvel de büyük bir millet idi. Arap dinini kabul ettikten sonra, bu din ne
Arapların ne aynı dinde bulunan Acemlerin ve ne de Mısırlıların ve sâirenin
Türklerle birleşip, bir millet teşkil etmelerine hiçbir tesir etmedi.
Bilakis, Türk milletinin millî rabıtalarını gevşetti; millî hislerini, millî
heyecanlarını uyuşturdu. Bu pek tabii idi. Çünkü, Muhammed'in kurduğu dinin
gayesi, bütün milliyetlerin fevkinde, şamil bir Arap milliyeti siyasetine,
müncer oluyordu. Bu Arap fikri, “Ümmet” kelimesi ile ifade olundu. Muhammed’in
dinini kabul edenler, kendilerini unutmağa, hayatlarını Allah kelimesinin her
yerde yükseltilmesine hasretmeğe mecburdular. Bununla beraber, Allah’a
kendi millî lisanında değil, Allah’ın Arap kavmine gönderdiği Arapça kitapla
ibadet ve münacatta bulunacaktı. Arapça öğrenmedikçe Allah’a ne dediğini bilmeyecekti.
Bu vaziyet karşısında Türk milleti birçok asırlar ne yaptığını, ne yapacağını
bilmeksizin adeta bir kelimesinin manasını bilmediği halde Kur'ân'ı
ezberlemekten beyni sulanmış hafızlara döndüler. Başlarına geçebilmiş olan
haris serdarlar, Türk milletince karışık, cahil hocalar ağzıyla ateş ve azap
ile müthiş bir muamma halinde kalan dini hırs ve siyasetlerine âlet ittihaz
ettiler. Bir taraftan Arapları zorla emirleri altına aldılar, bir taraftan
Avrupa'da Allah kelimesinin îlâsı (yüceltilmesi) parolası altında Hıristiyan
milletlerini idareleri altına geçirdiler, fakat onların dinlerine ve
milliyetlerine ilişmeyi düşünmediler.
Ne onları ümmet yaptılar, ne onlarla
birleşerek kuvvetli bir millet yaptılar. Mısır'da belirsiz bir adamı
'Halifedir' diye yok ettiler, hırkasıdır diye bir palas pâreyi hilâfet alâmeti
ve imtiyazı olarak altın sandıklara koydular, halife oldular. Gâh şarka, gâh
garba veya her tarafa birden saldıra saldıra Türk milletini, topraklarını,
menfaatlerini, benliğini unutturacak, Allah’a mütevekkil kılacak derin bir
gaflet ve yorgunluk beşiğinde uyuttular. Millî duyguyu boğan, fânî Dünya'ya
kıymet verdirmeyen, sefaletler, zaruretler, felaketler his olunmaya başlayınca,
asıl hakiki saadete öldükten sonra Âhiret'te kavuşacağını vaat ve temin eden
dinî akîde ve dinî his, millet uyandığı zaman onun şu acı hakikati görmesine
mânî olamadı. Bu feci manzara karşısında kalanlara kendilerinden evvel
ölenlerin Ahiret'teki saadetlerini düşünerek veya bir an evvel ölüm niyaz
ederek Âhiret hayatına kavuşmak telkin eden din hissi, Dünya'nın acısı duyulan
tokadıyla derhal Türk milletinin vicdanındaki çadırını yıktı. Davetlileri Türk
düşmanları olan Arap çöllerine gitti. Türk vicdan-ı umûmîsi, derhal, yüzlerce
asırlık kudret ve küşayişiyle (açıklıkla, ferahlıkla), büyük heyecanlarla
çarpıyordu. Ne oldu? Türkün millî hissi, artık ocağında ateşlenmişti. Artık
Türk, Cennet'i değil, eski, hakîkî büyük Türk cedlerinin mukaddes miraslarının
son Türk ellerinin müdafaa ve muhafazasını düşünüyordu. İşte din hissinin Türk
milletinde bıraktığı hatıra.
Türk milleti, millî hissi dînî hisle
değil, fakat insanî hisle yan yana düşünmekten zevk alır, vicdanında millî
hissin yanında insanî hissin şerefli yerini daima muhafaza etmekle müftehirdir
(öğünür). Çünkü Türk milleti bilir ki bugün medeniyetin şahrahında (büyük
yolunda) müstakil ve fakat kendilerine muvâzî yürüdüğü umum medenî milletlerle
keşifleri mütekabil insânî ve medenî münasebet, elbette inkişafımızda devam
için lazımdır. Ve yine malumdur ki Türk milleti, her medenî millet gibi mâzînin
bütün devirlerinde keşifleriyle, ihtiralarıyla medeniyet âlemine hizmet etmiş
insanların, milletlerin kıymetini takdir ve hatıralarını hürmetle muhafaza
eder. Türk milleti, insaniyet âleminin samimi bir ailesidir.
Türk milleti en eski tarihlerde meşhur
kurultaylarıyla, bu kurultaylarında devlet reislerini intihap etmeleriyle
demokrasi fikrine ne kadar merbut olduklarını göstermişlerdir. Son tarih
devirlerinde Türklerin teşkil ettikleri devletlerde başlarına geçen padişahlar,
bu usulden ayrılarak müstebit olmuşlardır.
Kralların ve padişahların istibdadına dinler mesnet olmuştur. Krallar, halifeler, padişahlar etraflarını alan papazlar, hocalar tarafından yapılmış teşviklerle, ilâhî hukuka istinat etmişlerdir. Hâkimiyetin, bu hükümdarlara Allah tarafından verilmiş olduğu nazariyesi uydurulmuştur. Buna göre, hükümdar, ancak Allah’a karşı mesuldür. Kudret ve hakimiyetin hududu din kitaplarında aranabilir. İlâhî hukuka müstenit bir mutlakıyet kaidesi önünde demokrasi prensibinin ilk aldığı vaziyet mütevâzîdir. O, evvela hükümdarı devirmeğe değil, onun yalnız kuvvetlerini tahdîde, mutlakıyeti kaldırmağa çalıştı. Bu çalışma 400-500 sene evvelinden başlar. Evvela kuvvetin milletten geldiği ve kuvvete gayrı muktedir bir ele düşerse iştirak etmesiyledir."
·
Diyarbakırlı, Vanlı, Erzurumlu, Trabzonlu, İstanbullu, Trakyalı ve
Makedonyalı, hep aynı cevherin damarlarıdır. Bu damarlar, birbirini tanısın. Türk
milletinin toplumsal düzenini bozmaya yönelik çabalar boğulmaya mahkûmdur. Türk
milleti kendinin ve memleketinin yüksek menfaatleri aleyhine çalışmak isteyen
bozguncu, alçak, vatansız ve milliyetsiz beyinsizlerin saçmalamalarındaki gizli
ve kirli emelleri anlamayacak ve onlara hoşgörü gösterecek bir topluluk
değildir.
·
Dünya'da hiçbir milletin kadını, milletini kurtuluşa ve zafere götürmekte,
Anadolu kadınından daha fazla çalıştım diyemez.
·
Düşmanın taarruzuna karşı kahramanca silaha sarılan Maraşlı kardeşlerimiz
yirmi güne yaklaşan bir zamandan beri kan ve ateşler içerisinde istilacı
Fransızlara ve onların silahlandırdığı hunhar Ermenilere karşı savaşmakta
idiler. 10-11 Şubat 1920 gecesi düşmanı İslahiye istikametinde firara mecbur
ederek, mevcudiyet-i millîlerini kazanmaya muvaffak olmuşlardır.
· En büyük iftiharım Türk olarak yaratılmamdır.
Esas kıymeti kendine veren ve mensup
olduğu millet ve memleketi ancak şahsiyeti ile ayakta gören adamlar,
milletlerinin mutluluğuna hizmet etmiş sayılmazlar. Kendisi gidince ilerleme ve
hareket durur zannetmek bir gaflettir.
Eskiden dinler, bilimler, sanatlar,
bütün bilgelikler ve şiirler, bir merkezden ışığın dağılması gibi Doğu'dan
Batı'nın karanlık bölgelerine doğru yayılırdı.
Gerektiğinde vatan için bir tek fert
gibi yekpare azim ve karar ile çalışmasını bilen bir millet elbette büyük bir
geleceğe layık ve aday olan bir millettir.
Giriştiğimiz büyük işlerde, milletimizin
yüksek kabiliyet ve yüksek sağduyusu başlıca rehberimiz ve başarı kaynağımız
olmuştur.
Hiçbir millet, milletimizden daha çok yabancı unsurların inanç ve âdetlerine riayet etmemiştir.
İki Mustafa
Kemal vardır: Biri ben, fert olan, fani olan Mustafa Kemal. İkincisi Mustafa
Kemal'den ise ancak "Biz" diye bahsedebilirim. Yani sizler, çalışan
köylü, uyanık, münevver, milliyetperver vatandaşlar... İşte o Mustafa Kemal
ölmez.
İçimizde yanan bu hürriyet ateşi, elbet
bir gün vûku bulacaktır. Türk milletinin aziz evlatları, bu vatan size
minnettardır!
İki Mustafa Kemal var. Biri ben, fert
olan, fani olan Mustafa Kemal. İkinci Mustafa Kemal'den ise ancak
"Biz" diye bahsedebilirim. Yani sizler, çalışan köylü, uyanık,
münevver, milliyetperver vatandaşlar... İşte o Mustafa Kemal ölmez.
İlerlemek yolunda vuku bulacak her mühim
teşebbüsün, kendine göre mühim mahzurları vardır. Bu mahzurların asgari hadde
indirilmesi için tedbirde ve teşebbüslerde kusur etmemek lazımdır.
Millete anlattım ki İslâm-şümûl bir
devlet tesis etmek vazifesiyle mükellef tahayyül edilen bir halifenin
vazifesini ifa edebilmesi için, Türkiye Devleti ve onun bir avuç nüfusu,
halifenin emrine tâbi tutulamaz. Millet, buna razı olamaz! Türkiye halkı bu
kadar azîm bir mes’ûliyeti, bu kadar gayr-i mantıkî bir vazifeyi deruhde
edemez.
Milletimiz, asırlarca, bu vâhi nokta-i
nazardan hareket ettirildi. Fakat ne oldu?! Her gittiği yerde milyonlarca insan
bıraktı. Yemen çöllerinde kavrulup mahvolan Anadolu evlâdlarının miktarını
biliyor musunuz? dedim. Suriye’yi, Irak’ı muhafaza etmek için, Mısır’da
barınabilmek için, Afrika’da tutunabilmek için ne kadar insan telef oldu, bunu
biliyor musunuz?! Netice ne oldu görüyor
musunuz?! dedim.
Halifeye, dünyaya meydan okutmak ve onu
umum İslâm umûruna tasarruf sahibi kılmak fikrinde olanlar, bu vazifeyi yalnız
Anadolu halkından değil, onun sekiz on misli nüfustan mürekkeb olan büyük İslâm
kütlelerinden talep etmelidir! Yeni Türkiye’nin ve yeni Türkiye
halkının, artık, kendi hayat ve saadetinden başka düşünecek bir şeyi yoktur...
Başkalarına verebilecek bir zerresi kalmamıştır! dedim.
Diğer bir noktayı da halk nazarında
tebârüz ettirmek için şu beyânâtta bulundum: Bir an için farzedelim ki, dedim,
Türkiye, mevzu-i bahis vazifeyi kabul etsin... Bütün âlem-i İslâm’ı bir noktada
tevhîd ederek sevk u idâre etmek gayesine yürüsün ve muvaffak dahi olsun! Pek
âlâ ama taht-ı tâbiiyet ve idâremize almak istediğimiz milletler derlerse ki,
bize büyük hizmetler ve muâvenetler yaptınız, teşekkür ederiz fakat biz
müstakil kalmak istiyoruz. İstiklâl ve hâkimiyetimize kimsenin müdahalesini
muvâfık görmeyiz! Biz kendi kendimizi sevk ve idâreye muktediriz!
O halde, Türkiye halkının bütün mesâi ve fedakârlığı, sadece bir teşekkür ve dua almak için mi ihtiyâr olunacaktır?!
Görülüyordu ki bir heva ü heves için, bir vehm ü hayal için, Türkiye halkını mahvetmek istiyorlardı. Hilâfet ve halifeye vazife ve salâhiyet vermek fikrinin mahiyeti bundan ibaretti.
Milletler gam ve keder bilmemelidir.
Vaktiyle kitaplar karıştırdım. 'Dünyadaki geçici ömür esnasında neşe ve saadete
yer bulunamaz.' diyorlardı. Başka kitaplar okudum. Diyorlar ki 'Bari
yaşadığımız müddetçe şen olalım.' Ben kendi karakterim itibariyle ikinci hayat
görüşünü tercih ediyorum.
Ordumuz, Türk birliğinin, Türk kudret ve
kabiliyetinin, Türk vatanseverliğinin çelikleşmiş bir ifadesidir.
Orduya ilk katıldığım günlerde, bir Arap
binbaşısının 'Kavm-i Necip evladına sen nasıl kötü muamele yaparsın' diye
tokatladığı bir Anadolu çocuğunun iki damla gözyaşında Türklük şuuruna erdim.
Onda gördüm ve kuvvetle duydum. Ondan sonra Türklük benim derin kaynağım, en
derin övünç membaım oldu. Benim hayatta yegane fahrim, servetim, Türklükten
başka bir şey değildir.
Türk, çetin işler başarmak için yaratılmıştır!
Türk demek dil demektir. Milliyetin çok
bariz vasıflarından birisi dildir. Türk milletindenim diyen insanlar her şeyden
evvel ve mutlaka Türkçe konuşmalıdır. Türkçe konuşmayan bir insan Türk harsına,
camiasına mensubiyetini iddia ederse buna inanmak doğru olmaz."
Türk, esirlik kabul etmeyen bir
millettir. Türk milleti esir olmamıştır.
Türk kuvvet ve zekâsının yenmediği ve
yenemeyeceği güçlük yoktur.
Türk milleti güzel her şeyi, her medeni
şeyi, her yüksek şeyi sever, takdir eder. Fakat muhakkaktır ki, her şeyin
üstünde takdir ettiği bir şey varsa o da kahramanlıktır.
Türk milleti insanlık âleminin samimi
bir ailesidir.
Türk milleti yeni bir iman ve kesin bir
millî azim ile yeni bir devlet kurmuştur. Bu devletin dayandığı esaslar
"Tam Bağımsızlık" ve "Kayıtsız Şartsız Millî Egemenlik"ten
ibarettir. Yeni Türkiye devletinin yapısının ruhu millî egemenliktir. Milletin
kayıtsız şartsız egemenliğidir.
Türk miletine doğru ve güzeli veriniz,
anlatınız, muhakkak kucaklar.
…Türk milletinin müşterek görünen bir hali daha vardır. Hakikaten dikkat olunursa, Türklerin aşağı yukarı hep ahlâkları birbirine benzer. Bu yüksek ahlâk hiçbir milletin ahlâkına benzemez.
Türk milletinin son yıllarda gösterdiği
harikaların yaptığı siyasi ve sosyal inkılapların gerçek sahibi kendisidir.
Milletimizde bu kabiliyet ve tekamül var olmasaydı, onu yaratmaya hiçbir kuvvet
ve kudret yeterli olamazdı.
Türk, öğün, çalış, güven. (1934)
Türkiye Cumhuriyeti'nin temeli,
kahramanlığı ve Türk kültürüdür.
Türk'ün haysiyeti, onuru ve kabiliyeti
çok yüksek ve büyüktür.
Türkler, demokrat, hür ve
sorumluluklarını bilen vatandaşlardır; Türk Cumhuriyeti'nin kurucuları ve
sahipleri bizzat kendileridir.
Türklük esastır. Bu mevcudiyeti tarih
içinde araştırmak, birbirini izleyen bir tarih zinciri içinde tespit edilecek
Türk medeniyeti ile övünmek yerinde olur; fakat, bu övünmeye layık olmak için
bugün çalışmak lazımdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder