9 Şubat 2025 Pazar

MÜSLÜMAN AKLININ MÜHÜRLENİŞİ: Tahsin BULUT

              MÜSLÜMAN AKLININ MÜHÜRLENİŞİ

                                                        Tahsin BULUT

Amerikalı yazar Robert R. Reilly'nin kaleme aldığı, 'MÜSLÜMAN AKLININ MÜHÜRLENİŞİ; İslam'ın Entelektüel İntiharı, Günümüz İslamcılık Krizini Nasıl Yarattı' adlı kitabının Ekşi Sözlük yazarı 'skocax' tarafından kaleme alınan yaklaşık 45 sayfalık özetinin, aşağıda kısa bir değerlendirmesini yapacağım. Yazıyı benim de üyesi bulunduğum DEMOKRATİK DEĞİŞİM HAREKETİ'nin WhatsApp grubunda rastlamıştım. Grup sözcümüz Rubil GÖKDEMİR'in '1-2 sayfalık bir özete indirgeyebilir misin' ricası üzerine bu yazıyı kaleme aldım ve siz okuyucularla paylaşmak istedim.

Kitap, 8 ile 12'nci yüzyıllar arası aklı esas alan: El Kindi, İbn-i Rüşd, İbn-i Heysem, Farabi, İbn-i Sina, El Razi, El Harezmi, İbn-i Haldun gibi ünlü filozoflar yetiştiren, İslam dünyasının alimleridir. Daha sonrakiler, aklı ve bilimi reddederek nasıl da sefalete sürüklendiğini anlatan, dünyanın en büyük entelektüel dramlarından biri olarak adlandırdığı hikâyeyi konu edinmektedir.

Uzun yıllar İslam alanında araştırmalar yapan yazar Reilly, İslam'da felsefeyi benimseyen Mutezile Akımının yok olması ve Aklı İhmal Eden Eşarilik Akımının İslam dünyasına hakim olması ile filozoflar çağının sonlandığını görüyoruz… Bunun neticesinde de İslam'da akılcı düşüncenin çöktüğünü ve Selefilik Akımının ortaya çıktığını anlattığı çalışmasında, diğer mezhep ve akımlar için de yüzde 40'lık bir nüfuz alanı ile en yüksek orana sahip olan İrrasyonel Eşari Ekolün, hemen bütün İslam dünyasını etkilediğini belirtmektedir.

İslam düşünce hayatında 6'ncı Yüzyıl'dan itibaren iki akımın veya iki ekolün etkisini görürüz. Yukarıda da belirttiğim gibi bu ekollerin ilki Mutezile, ikincisi ise Eşari ekolüdür.

Mutezile Ekolü Özetle:

'Tanrı insanlara akıl vermiştir ve insanlar akıl yoluyla Tanrı’yı, ahlakı, iyiyi, kötüyü bulur. “İnsan-Tanrı ilişkisinde merkezde akıl vardır” diyen bir akımı temsil eder.

Eşari Ekolü İse:

'Aklın hakikati bulabilme kabiliyetini reddeden ya da bu kabiliyeti sınırlı kabul eden ve hakikatleri: “Bilinemez!” olarak gören, yaratıcı ile onun yarattığı akıl arasında bir otorite seçme tercihinde bulunarak, Tanrı ile aklı karşı karşıya getiren' diğer bir akımı temsil eder.

Mutezile Akımına Göre: Tanrı'nın insandan beklediği ilk vazife, akıl yoluyla bir yaratıcı olduğunun bulunmasıdır. Mutezile, Tanrı'nın dünyaya doğrudan müdahale ettiği fikrine karşı çıkar. Yani Tanrı, dağdan salınan bir kayayı aşağıya doğru kendisi yuvarlamaz; bunun için yer çekimini yaratmıştır ve bu görevi her seferinde yer çekimi yerine getirir. Mutezile, Tanrı'nın kanunlarını, doğa kanunları olarak kabul eder.

Kitabın ilk bölümünde, İslam'ın Yunan Felsefesi'ni keşfi, anlatılmaktadır. İslam'ın hızla geniş bir coğrafyaya yayılması, bu coğrafyalarda Bizans entelektüel birikimi ile, yani eski Yunan felsefesi ile tanışmasına vesile olmuştur. Bu sayede Müslümanlar, tıp, matematik, doğa bilimleri, kimya ve astroloji ile yakından ilgilenmeye başladılar ve 8. Yüzyıl'dan itibaren benim adlandırmamla 'İslam bilim uyanışına' ve akılcılığa adım atmış oldular.

Böylece Müslüman filozofların ortaya çıkışı ile Mutezile akımı doğdu. Dönemin ilk entelektüel tartışması 'kader ve kaza' konularında ortaya çıktı ve Kaderiyye ile Cebriyye taraftarlarını karşı karşıya getirdi. Mutezile yanlıları aklı önceledikleri için, 'insan iradesinin kendi kaderini belirlediğini' savunarak Kaderiyye tarafında yer alırken, Eşari ve Hanbeli taraftarlarına göre, 'insanın anne karnındayken yanına Allah tarafından gönderilen meleklerce nasıl bir insan olacağı kaydedilir ve Allah iyi ya da kötü insan olup olmayacağına karar vererek, insanı ister cennete isterse cehenneme gönderir.'

Görüldüğü gibi Eşariler insan iradesini neredeyse yok sayarak, aklı ihmal etmiş, insanın yaptığı her iyi ya da kötü hareketin faturasını Allaha mal etmişlerdir.

Bu durum, o dönemin egemen gücü Emevi Siyasi Önderlerinin, yani dini siyasallaştıran Emevi Siyasetçilerinin zulümlerini Allah'a fatura etme kolaylığı, bakımından işlerine gelmiş ve günümüze kadar gelen 'Emevi İslamı' dediğimiz irrasyonel bir inanış biçiminin İslam coğrafyalarına hakim olmasına neden olmuştur. Mutezile taraftarları ise, Allah'ın kötü hareketler yaptırmayacağını söyleyerek, aklın öne çıkarılmasında ısrarcı olmuşlardır.

Emevileri ortadan kaldıran Abbasi Yönetimi, özellikle rüyasında bile Aristo ile tartışmalar yapan 7. Halife Memun döneminde Mutezileyi şiar edinmiş ve devletin resmi ideolojisi haline getirmiştir. Fakat daha sonra gelen 10. Halife Mütevekkil'in önderliğinde Mutezile ekolüne karşı savaş açılır ve aklın egemenliğindeki bu akımın etkisi zayıflatılır. İslam'ın ilk filozofu olan El Kindi'nin bile kütüphanesine el konulur ve kendisine zulmedilir.

Eşariliğin kurucusu Hasan El Eşari'nin ölümünden yaklaşık yüz yirmi (120) yıl kadar sonra, dünyaya gelen ünlü İslam bilgini Gazali, önceleri felsefeye, akla itibar etmesine rağmen, daha sonra, anlaşılmaz bir biçimde felsefedeki 'nedensellik ilkesini' yani 'neden sonuç ilişkisini', 'doğa kanunlarını' ve 'aklın üstünlüğünü' reddederek Yunan Felsefesi'nin tercümesi ile ortaya çıkan İslam bilim uyanışının, ortadan kaldırılması yönündeki çabalara büyük destek verir.

Gazali'ye göre 'susamak ile su içmek arasında' bir neden sonuç ilişkisi değil, sadece ilahi bir irade vardır. Bu yüzden Gazali, İslam düşüncesinde nedenselliğin kaybedilmesine vesile olan kişi olarak bilinir. Oysa nedenselliğin olmadığı yerde akıldan da, bilimden de, gerçeklikten de bahsedemeyiz. Yine Gazali'ye göre akıl, ahlaki gerçeğin kaynağı değildir. Bu yüzden akıl, farz ve haramlar için bir referans oluşturamaz. Gazali'nin adalet kavramına yaklaşımı da benzerdir. İnsanın adaleti tesis edemeyeceğine, aksine Allah'ın koyduğu kural ve yasaklarla, adaleti eksiksiz tesis ettiğine inanır. Yani Gazali: Aklı devre dışı bırakarak, adaleti, 'haramlardan sakınmak ve farzları yerine getirmekle' sınırlamaktadır.

Gazali'den sonra gelen İbn-i Rüşd ise, 'eğer sebep ve sonuç arasında bir ilişki yoksa, dünyada bir düzenden bahsetmek imkansızdır. Halbuki o düzen ve nizam vardır ve bir bilgelik ve akıl aracılığı ile yaratılmıştır' der. Bu iki görüş ayrılığına göre Gazali'nin Allah'ı mutlak irade, İbn-i Rüşd'ün ise mutlak akıl ve mutlak bilgelik, olarak gördüğünü anlıyoruz. Yani Gazali'de kişi Allah, İbn-i Rüşt'te ise kavram Allah düşüncesi hakimdir.

Eşarilik insanın iradesini ve aklını tamamen yok sayarak, insanın bir eylemin başlatıcısı ve bitiricisi olamayacağını ve bütün bir hayatın Tanrı'nın isteği ile gerçekleştiğini savunur. Bu görüşe göre Tanrı bütün kötülüklerin ve bütün iyiliklerin kaynağıdır. Esasen bu görüş Kur'an'da birçok yerde bahsi geçen “aklı üstün tutan ve siz hiç akletmez misiniz? Siz hiç düşünmez misiniz?” diye haykıran ayetlerin de bir yanı ile inkârı anlamına gelmektedir.

Nihayet 8-12 yüzyıllar arası El Kindi ile başlayan, İbn-i Rüşd, İbn-i Heysem, Farabi, İbn-i Sina, El Razi, El Harezmi, İbn-i Haldun gibi düşünürlerle devam eden İslam akıl ve bilim uyanışının önü maalesef, Eşari ekolü ile ve Hanbeli akımı ile kesilmiştir…

Günümüzde İslam ile demokrasinin bir arada olamayışının, İslam ülkeleri ile gelişmiş Batı ülkeleri arasındaki gelişmişlik farkının, İslam dünyasındaki çöküntünün ve sefaletin hikayesi bu ekollerin İslam coğrafyasına egemen oluşuna dayanır.

İslam dünyası, bu durumun bilincine varamadığı sürece de maalesef acılar içinde sürünmeye devam edecek ve sırtı yerden kalkmayacaktır…

        SİYASAL İSLÂM’IN GERÇEKLERİ

İlahiyatçı-yazar Ayşe SUCU İlahiyat Fakültesi mezunu bir hanımefendidir; 'Siyasal İslamın Gerçekleri' kitabının arka kapağı üzerinde, çok dikkat çekici bir araştırmanın sonucu var. İsterseniz oradan başlayalım:

‘An Economic İslamicity Index’ başlıklı makaleye göre 208 ülke arasında yönetim anlayışı Kur’an'a ve İslami ideallere uygun olduğunu belirtilen, ilk otuz ülke arasında, tek bir İslâm ülkesi yok!..

208 ülkenin ilk otuzunda yer alan ve Müslüman olmayan ülkelerin, Müslüman ülkelerden daha Müslümanca yaşadıkları, ortaya çıkmış… Ayşe Sucu soruyor:

Bu durum neyle izah edilebilir?

İslam’da olmayan, birçok din dışı tavır ve davranışların, İslam ile anılıyor olması, neden Müslümanları harekete geçirmiyor?

Soruları çoğaltmak mümkün diyor Sayın Ayşe SUCU? Sorun derin ve İslam coğrafyasının içinde bulunduğu hal içler acısı diyor, Sayın SUCU! 

Kitabın ilerleyen sayfalarında Ayşe SUCU şöyle diyor: Devlet şahıs olmadığı için devletin dini olmaz. Devleti yönetenler inanır ya da inanmaz; ‘İşi ehline ver!’ ayeti, asıl olanın adalet ve liyakat olduğunu ortaya koyar.

Yine kitabında Sayın SUCU, laiklik olmazsa olmazımızdır; diyor ve Atatürk’e de atıfta bulunarak ekliyor; Atatürk diyor ki: "Efendiler!.. Biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti; Şeyhler, Dervişler, Müritler memleketi olamaz!.."

Yine Ayşe SUCU kitabında şöyle diyor: ‘Dini öğretiler; insani erdemler üzerinden okunmadığı sürece, insanlığın vicdanını harekete geçiremeyeceği açıktır. Bunu günümüz Müslümanları üzerinden okumak mümkündür.’

Öte yandan; ‘sevdiğiniz şeylerden infak etmeden fazilete ulaşamazsınız.’ diyor Sayın Sucu.

Yine Sayın Sucu kitabında soruyor:

Vergi kaçıran kim, rüşvet alan ya da veren kim?

Kamu mülkünü talan eden kim?

Göz yuman, ortak çıkan kim?

Kayırmacılık yapan kim?

Sokakları çöplüğe çeviren kim?

Çocukları taciz eden ve kadına şiddet uygulayan kim?

Yalan söyleyen, iftira atan, sözünde durmayan kim?

İnsanların mahrem hayatını düzmece videolar ile ortaya koyan, haksızlığa göz yuman ve zulmeden kim?

Listeyi uzatabiliriz diyor Sayın SUCU!

İnanç tam da bu noktada ritüellere, sembollere, entelektüel derinliği olmayan tekrarlara indirgeniyor ve bu yukarıda saydığımız çirkinlikler bu yüzden gerçekleşiyor!.. 

‘Uygarlık kökenleri kurutulan inançlar, siyasete malzeme oluşturur’ diyor Sayın Sucu.

Ayşe SUCU kitabın ilerleyen bölümlerinde şöyle diyor; Maalesef: 

Kur’an'da 700’ün üzerinde, "aklı kullanmayı öneren ayet" görmezden gelinir. Evrensel ilkeler dikkate alınmaksızın, zayıf rivayetlere dayalı indi görüşler, dinin olmazsa olmazları olarak sunulur ise gelinecek nota, burasıdır sayın okurum. 

Ayşe SUCU hanımefendi harika bir kitaba imza atmış; o kadar ki zamanlaması benim kitabım gibi çok isabetli olmuş:

İsabetle kitabın ilerleyen bölümlerinde şöyle diyor Sayın Sucu:

 ‘Ve Türk Siyaseti bilmelidir ki; muktedirin sırf iktidarından ötürü olmayan vasıflarını övenler, gün gelecek muktedirin, o olmayan vasıflarını yereceklerdir.’

Kitabın ilerleyen bölümünde Sayın Sucu şöyle diyor; ‘Ötekiler yaratmak isteyenlere seleniyorum; ötekilerimiz olsun, olmalı da…'

Neleri mi öteleyelim?

Arsızlığı, doymazlığı, hırsızlığı, yalanı, kibri, hakareti, şiddeti, nefreti, sevgisizliği, edepsizliği, otoriterliği gelin öteleyelim?’

Bu kitabı günümüz Siyasal İslamcılığını anlayabilmek için herkese öneriyorum. Bu arada kitabın bana gazeteci dostum Yüksel BAYSAL tarafından hediye edildiğini de söylemem lazım… İyi ki hediye etmiş dostum, kitap sayesinde yeni şeyler öğrendim.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder