MEHMET
ÂKİF’İN ÖNDERLİĞİ
12
Mart ..., Abdullah Çağrı ELGÜN
27 Aralık büyük
şairimiz fikir adamımız Mehmet Âkif’in ölüm yıl dönümüdür. O en büyük aşkla
sevdiği, ermek için, vuslat için, tutuştuğu Rab’bi, Âkif’e dünyada en sevdiği
varlıkların, vatanının ve milletinin, felaketten felakete sürüklenişini
göstermiş, İslâm anlayışına göre onu böyle
denemiştir. Çöküşten önceki iç ve dış buhranları, felâketleri birer
birer yaşarken, Âkif gibi, o kara günleri,adeta bir seyir defteri tutarcasına
yazan, başka bir şairimiz yoktur.
O’nun yaşadığı günler,
her Türk için tekrar tekrar okunması, anlaşılması, hatırlanması gereken bir
ibret levhası, onun o günlerdeki fikirleri, bugün yolumuzu ve geleceğimizi
aydınlatan bir ışık bir güneştir.
Âkif’in derdi büyüktür;
çünkü Âkif milliyetçidir. Vatanperverdir. Her milliyetçi gibi tehlikeleri
önceden görmüş, teşhisi en erkenden koymuş; fakat bu sebeple yalnız kalmıştır.
“Ey
millet cehline kurban gidiyorsun!.” derken bu mısraı herkesten
önce değil de felâketler tepemize indiği zamanlar, herkesle birlikte söylese
idi yanlılıktan, aşırılıktan kurtulur, rahat ederdi. Âkif susup oturmak bir
yana tutmuş kafasındakini gönlündekini söylemekle kalmamış, tehlikeyi
görmeyenleri tehlike ve hassasiyetlere kendi hassasiyetlerini göstermeyenleri,
yakasından tutup sarsarak uyandırmak için büyük çaba harcamıştır.
“Duygusuz
kalmak kadar dünyada, lâkin dert yok!
Öyle
salgınmış ki mel’un, kurtulan bir fert yok!
Kendi
sağlam, hissi ölmüş, ruhu sönmüş milletin,
İşte
en korkuncu hüsranın, helâkın, heybetin…”
Nihayet, beklerken
felaketler, birbiri ardından ve birbirinden
büyük olarak gelir. Vatan parçaları bir bir elden çıkarken Âkif yine:
“İlâhî
son masumun bu topraklardı son yurdu” seslenişiyle
haykırırken, bugün: “Son bağımsız Türk
devleti!” diyenlere, bazı ağızların yönettiği karalamalara o günden hazırdı…
Nihayet Birinci Cihan
Harbi kopar kopmaz Türk yine Türklüğünü ispatlar…
“Asım’ın
n eşli diyordun ya nesilmiş gerçek.
İşte,
çiğnetmedi namusunu çiğnetmeyecek!..” Ogünlerde binlerce
binlerce, on binler, yüzbinlerce şehitlere rağmen, ufuk yine karanlık, istikbal
yine felâketlerle dolu görünmektedir; ama MehemetÂkif’in ne gönlü ne aklı ne
mantığı bunca şehide sahip, bunca bağrı harap olmuş, yangınlarla dağlanmış bir davanın yerde kalacağını kabul
etmemektedir.
“Hiç
bunca şehidin gövdesi yatarken yerde,
Derya
gibi kan, sine-i hilkatte titrer de,
Yakmaz
mı bu tufan, bu duman, git gide arşı?
Hissiz
mi kalır lücce-i rahmet, buna karşı?..”
Âkif artık düşüncelerinde
de, hislerinde de tecrübelidir ve tahminlerini bu tecrübe üzerine kurmaktadır.
Bu başından geçen ilk felâket değildir. O artık felâketlerin zulmetin sonunda
mutlaka aydınlığa çıkılacağından emindir. Olmasaydı,daha önce yaptığı gibi,
şimdi de yarı isyan yarı gözyaşı içerisinde bu mısraları söyleyebilir miydi?
“Yarab,
bu ne hüsran, İlâhî bu ne zillet?
Mazlumu
nedir ezmede, ezdirmede mânâ?
Zalimleri
adlin hani, öldürmedi hâlâ?
Cani
geziyor dipdiri, can vermede masum!
Suç
başkasınındır da niçin, başkası mahkûm?..”
Dizeleri hüsranda
zillet de çok sönmemiş, millet ordusuyla eliyle, mütareke denilen o“kara
leke”yi söküp atmış ve Âkif övünerek, güvenerek büyük bir azim ve
kararlılıkla şu şiiri haykırmıştır:
“Korkma
sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak!”
Mütareke ve manda
fikrine şiddetle karşı çıkıyordu...Türkler’in yirmi beş asırdan beri
istiklâllerini muhafaza etmiş bir millet oldukları, müsbet bir hakikattir. “Türkler istiklâlsiz yaşayamaz.”Evet,
söz Mehmet Âkif’indir!O, Türk varlığını Türkoloji ilminin ortaya koyduğu
şekilde, İslâm öncesini de içine alan yedi bin yıllık geçmişi ile kabul
edebiliyordu.
Anadolu’da Yunan işgali
ve ilk direnişler başlar başlamaz, arkadaşı Eşref Edib’e:“ Haydi
hazırlan! Gidiyoruz.!” Demişti Eşref
Edib: “Nereye?” sorunca: “Top ve tüfeğin patladığı yere…Artık burada
duramıyorum”. Cevabını veriyordu.
Ertesi gün Balıkesir’e giderek Zağanos
Paşa Cami kürsüsünde, içeriyi dışarıyı dolduran kalabalığa, Millî Mücadele
istikametinde vaaz etmişti. Ali ÇETİNKAYA’nin Ayvalık’ta düşmana ilk direnişi
organize etmesi ve halkın galeyan halindeki millî duyguları Âkif’i mest etmiş,
ümidini artırmıştı. Bu ilk gidişten sonra, tekrar İstanbul’a döndü. İstanbul’da
DarülHikmeBaşkatibi idi. Azlettiler.
Herkesin bin bir tereddüt içinde bulunduğu bir mühitte o çoktan kararını
vermiş, yerini seçmişti.
İstanbul’un Anadolu ile
alâkası kesilince, Anadolu’dan gelen mektubu yerine ulaştırma görevi
Akif’indi…Türkler’i yok etmek için başlayan hareketler aleyhinde yazılmış
eserleri ve yazıları bastırma ve dağıtma işi, bir din ve vatan borcu idi.
İşaret alır almaz da Ankara’nın yolunu tutmuştu. Şubat 1920’de, yani Ankara’da
henüz ordu kurulmamışken, Kuvâ-yı Milliye devrinde o Ankara’da idi. İlk Büyük
Millet Meclisi’ne Burdur Millet Vekili olarak girdi. Sözleri, şiiri, yazıları
dalga dalga vatanın her bucağında; asker, sivil bütün Türkler’in dilinde
kulağında idi.
Ya ölmek ya istiklâl
sahibi olarak yaşamak hususundaki karar ve kanaati kesindi. Zaferden asla
şüpheye düşmedi.
“Ebediyyen sana yok,
ırkıma yok izmihlâl!” diye haykırdı. Milleti:“Bu hürriyet bu hak bizden bu gün âheng i sây ister.”Diyerek,
hürriyet ve istiklâlin bedelini ödemeye çağırdı. O bedel: kan, göz yaşı,
alınteri, bilgi ve aşk olarak ödendi. Irkımız ve bayrağımız
izmihlâlden kurtuldu. Şimdi rahatlıkla
söylenebilir ki Mehmet Âkif, esas itibariyle fikir ve siyaset olarak, hareket
adamıdır. His ve fiilen milliyetçidir. Türk milliyetrçiliği onda, halka doğru
İslâmlaşmak, Türkçenin edebiyat dili olarak güzelleşmesi, aktif ahlâk, bünye
ile barışık olarak asrileşmek, Monarşiye kaçmayan disiplinli bir hürriyetçilik,
olarak beslendi ve takviye güç kazandı.
Bugün onun eseri Safahat, Türk edebiyatının köşe
taşlarından biri ve en çok okunan kitabıdır. Bu kitap Türk varlık ve
istiklâlinin, muhafazası ve müdafası için, Türk milletinin Müslüman seciyesi
için, Türk dilinin yaşaması için en müstahkem, en yakılmaz bir manevî seddidir.
Bu sebeple de Türk milliyet ve tefekkürünün ana kitaplarından biridir. Safahat
ve İstiklâl Marşı ile donatılmış bir
millet, öğretmeni olarak yaşayan Mehmet Âkif, Türk milletinin millî kuvvetine
dair, her an seferber ve hazır bir kuvvettir.
Bir millet de ancak
öyle kuvvetleri ve manevî siperleri ve sedleri ile ayakta durabilir.
Şiir olarak şaheser,
ezelden beri hür yaşamış, ebede kadar da hür yaşama hakkına en lâyık gördüğüm
asil milletimin, duygu, düşünce ve temellerini en iyi dile getiren,İstiklâl Marşımız’ın kabul yıl dönümünü
kutluyorum. 27 Aralık 1936’da vefat eden büyük şairimiz ve fikir adamımız
Mehmet ÂkifERSOY’u ölüm yıl dönümünde, bir defa daha
rahmet ve minnetle anıyor, Allah bize böyle kara günleri bir daha tekrar
göstermesin diyorum.