MHP'den
istifa eden Genel Başkan Yardımcısı Atila KAYA'dan Erdoğan'a açık mektup
İkimiz de biliyoruz ki, ne sizin duymak
istediğiniz ne de benim söylemek istediğim hitap budur.
Sizin bir parti sözcüsü gibi meydanlarda
dilendiğiniz “Devlet Başkanı” hitabıdır; benim gönlümden geçen ise, bağımsız
Türk yargısının karşısına çıktığınız gün, onurlu bir Türk savcısının dudaklarından
dökülecek olandır.
Merak buyurmayınız; bulunduğunuz makamda
halen AKP Genel Başkanı’ymış gibi davranmanıza dair söyleyecek sözüm yok. Zira,
üzerine aldığı görevi “tarafsızlıkla” yerine getirmek için namusu ve şerefi
üzerine ettiği yemini zevkle çiğneyebilecek tıynette bir insana etki edecek
kudrette bir söz yok.
Öte yandan; ‘Tarafsızlık’ı bir kavram
olarak algılamanızı beklemek de -entelektüel düzeyiniz göz önünde
bulundurulduğunda- size haksızlık olacaktır.
Sayın
Cumhurbaşkanı;
Başkanlık hırsını bir zırh gibi üzerine
geçirmiş psikolojinizin size söylettiği garip sözler ve yaptırdığı garip işler
vardır.
Nedamet getirip bunlardan kurtulmayı
dilerseniz, sarayınızda Saraçoğlu’dan farklı uzmanları danışman olarak istihdam
etmenizi tavsiye ederim.
Zira sağlığınızı tehdit eden haller,
otlarla şifa bulacağınız türden değildir.
Bu kabilden bir hâl “Türk Tipi
Başkanlık” lakırdısını dilinize pelesenk edişinizdir.
Sonda söyleyeceğimi başta söyleyeyim:
Sizin neyiniz “Türk tipi” ki, başkanlığınız da “Türk tipi” olsun!
Ne oldu ki; bırakın sahiplenmeyi hatta
söylemeyi- “Türk” sözünü duymaya bile tahammülü olmayan, Anayasa’dan “Türklüğü”
çıkartmayı siyasi gayretlerinin baş hedefi gören siz, “Türk Tipi” bir yönetim
modelinden bahseder oldunuz? Kalkmış, “bizim tarihimizde, genlerimizde,
geleneğimizde başkanlık sistemi var” diyorsunuz. Siz değil miydiniz; Türk
Milleti’ni 36 etnik parçaya bölen. Şimdi, hangisinin tarihinden, geleneğinden
bahsediyorsunuz?
“Tarih”, “gelenek” yetmezmiş gibi bir de
ırkçı duyguları okşamak için genlerden söz ediyorsunuz. Siz değil miydiniz
onları ayakları altına alan.
Biz sizi tanıyoruz. Siz, elinizden
gelse, adında “Türk” geçiyor diye “türkü” bile söyletmezsiniz.
Ama adadaki dostunuz ciddiye alırsa
alınabilir, dikkat.Sayın Cumhurbaşkanı;“Bizim tarihimizde esas olan budur”
dediniz ya… Hani, söyleseniz de bilsek: sizin tarihiniz hangisidir? Hangi
milletin tarihidir?
Türk tarihinde de, bu tarihin belli bir
döneminden itibaren iman ettiğimiz Kur’an’da da esas, yönetimin şekli değil
dayandığı ilkeler olmuştur. Bu ilkelerin uygulamaları da –ne yazık ki- sizin
eylemlerinizle örtüştürebileceğimiz türden değildir.
Mesela, siz; Mete Han’ın, Attila’nın,
Bilge Kağan’ın Türk Milleti’ni 36 etnik ve mezhebi parçaya ayırıp bunlardan bir
kısmını aşağılayabileceğini düşünebilir misiniz? Mesela, siz; Sultan
Alparslan’ın devleti 10 yıl gerçek Haşhaşîlere teslim edebileceğini, “ne
istediler de vermedim” diyebileceğini, sonra da “saflığımdan yararlandılar”
diye bir savunma geliştirebileceğini düşünebilir misiniz? Mesela, siz;
Kılıçarslan’ın Haçlı Seferleri Projesi’nin eşbaşkanı olabileceğini, “kahraman
haçlı askerlerin evlerine dönebilmeleri için dua ediyorum” diyebileceğini
düşünebilir misiniz? Mesela, siz; Fatih’in “dindar ve kindar nesil”
yetiştirmeyi hedefleyebileceğini düşünebilir misiniz? Mesela, siz; Yavuz’un
“yargının vatana ihanetten başka derdi yok” diyebileceğini, Kanunî’nin
yasalarla yap-boz oynayabileceğini düşünebilir misiniz? Mesela, siz;
Abdülhamid’in “ben ülkemi pazarlamakla mükellefim” diyebileceğini düşünebilir
misiniz? Mesela, siz; Atatürk’ün Anzavur için veya Şeyh Said için “yani ne
istendi de 12 yıllık Başbakanlığım döneminde verilmedi” diyebileceğini
düşünebilir misiniz? Mesela, siz; İranlı dolandırıcı bir tıfılın, o dilinizden
düşürmediğiniz Osmanlı’nızı rüşvetle esir alabileceğini, Dahiliye Nazırı’nın
onun önüne yatmaktan çekinmeyeceğini, rüşvet ve yolsuzluğun fetvalarla
meşrulaştırılabileceğini düşünebilir misiniz?
Yeri gelmişken; hani 21. Yüzyılın
Kayserili Davud’u olduğunu düşünen birini Başbakanlık koltuğuna oturttunuz ya…
Mesela, siz; Orhan Gazi’nin 14. Yüzyılın
Kayserili Davud’unu medreseden çıkartıp devlet işlerinin başına oturtacağını
düşünebilir misiniz?
Yine yeri gelmişken; siz hiç Türk
tarihinde vatan toprağını savaşmadan bırakıp da atasının türbesini sırtlayıp
kaçan sonra bunun büyük bir zafer olduğunu söyleyen devlet adamı gördünüz mü?
Mesela, siz; emperyalist güçler ve yerli
maşaları tehdit ediyor diye Medine kahramanı Fahrettin Paşa’nın böyle bir yola
başvurabileceğini düşünebilir misiniz?
Sayın
Cumhurbaşkanı;
Bütün bu yapıp ettiklerinizin ardında
hangi tarihten alınan ilham vardır? Söyleseniz de bilsek Allah aşkına. Belli
ki, bu Türk tarihi olamaz. Zaten şahsınız ve bağlısı bulunduğunuz zihniyetin
varlığıyla ilgili temel sorun kendinizi Türk tarihine ait hissetmeyişinizdir.
Biliyoruz ki, ideolojik mensubiyetiniz buna engeldir. Sizin dâhil olduğunuzu
düşündüğünüz şey, sömürgecilik sonrası Arap kimliği arayışından doğmuş olan
İhvan’ın kurguladığı ideolojik bir tarih yorumu ve sınırları belirsiz
‘Dârü’l-İslam’ kavramıdır.
İktidarınız boyunca etkilerine açık
olduğunuz liberalizmin “şirket olarak tasarlanmış devlet” anlayışını da eklemek
gerek. Bunları Türk tarihinde bulabileceğinizi sanmak –en iyimser yaklaşımla-
Türk tarihine yabancılığınızın bir göstergesi olarak değerlendirilebilir.
Sayın
Cumhurbaşkanı;
Bu millet –ne yazık ki- ideolojik
tercihlerinizin bedelini ödemek durumunda kaldığı gibi, kendisini dünyanın
merkezinde gören egonuzun bedelini de ödemek durumunda kalmaktadır. Siz her
fırsatta bunun hazzını tadarken, millete acı sonuçlarına katlanmak düşmektedir.
Örneğin; bir bürokratın vatanseverliğine kefil olup –hatta edep sınırlarını zorlayarak-
sahiplenirken bir başkasını vatana ihanetle itham etmek sizin harcınızdır ve ancak
bu çerçevede anlamlıdır.
Terör örgütünün kontrolünde, vatan
toprağını bırakıp sandukayı taşıdı diye birisine meydan muharebesi kazanmış
komutan muamelesi gösterdiniz. Bıraksaydınız bu kadarını Merkez Bankası bile
yapardı. Oysa ondan diğerinin tırnaklarına gösterdiğiniz ilgiyi esirgediniz ve
onu vatana ihanetle suçladınız.
Sayın
Cumhurbaşkanı;
“Vatana ihanet” sizin kullanmayı
sevdiğiniz bir itham. Peki, kendi atadığınız kadrolardan bu kadar vatan
haininin nasıl çıkabildiği sorusuna da verecek bir yanıtınız var mı?
Hem bu kadar isabetsiz atamalar yapıp
hem de her şeyi en iyi bildiğinizi, ülkeyi en iyi şekilde yönetebildiğinizi
nasıl savunabiliyorsunuz? Eğer işbirliği içinde olduklarınızın gerçek yüzlerini
anlamanız en az on yıl sürüyorsa, siz de güvende değilsiniz, ülke de sizden
emin değil demektir.
Bu sorgulamaları yapanları “Ankara’dan
kuru sıkı atmakla” eleştiriyorsunuz, her önünüze çıkana “delikanlılık” dersi
veriyorsunuz ya, hadi siz -Kabe’yi bile bir orduyla tavaf edişinizde
gördüğümüz- o dillere destan cesaretinizle cevap verin.
Sayın
Cumhurbaşkanı;
Sahip olmadığınız şeyin kıymetini
bilemezsiniz. Siz hiçbir zaman ‘Tarih’ veya ‘Devlet’ bilincine sahip olmadınız.
Edindiğiniz ideolojik formasyon buna
uygun değildi ve bu formasyonu koruduğunuz sürece de olamayacaksınız. Sizin
gözünüzde ‘Ülke’, İslam tarihi boyunca bile sınırları belirlenememiş olan
muhayyel “Darü’l İslam” olduğu için, kendinizce Müslüman gördüklerinizin
ideolojik çıkarı uğruna onu kesip biçmekten çekinmeyeceksiniz.
Bu işe “çözüm süreci” demeye sadece
diliniz varmayacak, gönlünüz de ona eşlik edecektir.
Siz, başkanlığınızı ‘Millet’ kavramından
türetemeyeceğiniz için, ‘Başkanlık’ kavramından millet türetebileceğinizi
sanıyorsunuz.
Böyle yaparsanız, “milletiniz” sadece
“evde zor tuttuklarınız” olacaktır.
Sayın
Cumhurbaşkanı;
‘Tarih’ bilincine sahip olmayışınızla
özlemini duyduğunuz “dindar ve kindar nesil” arasındaki ilişkiye dair de bir
şey söylemek isterim: ‘Tarih’ bilinci olmayanda –‘Din’i tarihselliği içinde
kavrayamayacaklarından- gerçek anlamda bir ‘Din Bilinci’ de olamaz.
İnsanları tarihlerine yabancılaştırıp
hatta “düşman” kılarak “dindar nesil” yetiştiremezsiniz. Hz. Peygamber
örneğinde gördüğümüz İslam, Cahiliyye’ye bile böyle yaklaşmamıştır.
Çevrenizde bunları sorup öğrenebileceğiniz
çok insan vardır. Eğer günün birinde bu ülkede –kefen giymiş partizanlar değil
de- gerçekten dindar bir nesil yetişirse; onların dilinde arzuladığınız şekilde
anılmayacaksınız.
Zira onlar cihadın en üst derecesinin
zalim sultan karşısında hakkı söylemek olduğunu bileceklerdir; onlar,
Tanrı’nın, kullarının ellerinin dolu mu boş mu olduğuna değil, kirli mi temiz
mi olduğuna baktığını bileceklerdir; onlar, haram yemenin fetvadan kılıfı
olamayacağını bileceklerdir; onlar, bir devletin küfr ile değil zulm ile
çökeceğini bileceklerdir; onlar, ‘Adalet’in en üst değer olduğunu ve sadece
Müslümanlar için değil bütün insanlar için olduğunu bileceklerdir.
Gerçekten “dindar” olan insanda “kin”
bulunmaz; biz, sizin sözünüzü sadece maksadımızı anlatmak açısından kullanalım:
Eğer, o görmeyi çok arzuladığınız “dindar ve kindar nesil” gerçekten dindar
olursa, minnetinin değil kininin konusu olmayı da göze almış olmalısınız.
Sayın
Cumhurbaşkanı;
Günü geldiğinde hangi tarihte, nasıl
anılırsınız bilemem ama Türk tarihinde utanılmayacak bir yer edinmek
isterseniz, nedamet getiriniz. “Türk Tipi Başkanlık”ı savunmaya hakkınız olsun
istiyorsanız, öncelikle siz “Türk Tipi” olmayı denemelisiniz.
O müthiş egonuz milletin her ferdini
kefen giymiş partizanlara dönüştürebileceğinizi düşündürtmesin size. Bakın, anlayasınız diye Osmanlıca söylüyorum:
“Ne
mümkün zulm ile bidâd ile imhâ-yı hürriyet?
Çalış idrâki kaldır muktedirsen âdemiyetten”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder