TÜRK MİLLETİMUSTAFA KEMAL ATATÜRK
Orduya ilk katıldığım günlerde, bir Arap binbaşısının 'Kavm-i Necip evladına sen nasıl kötü muamele yaparsın' diye tokatladığı bir Anadolu çocuğunun iki damla gözyaşında Türklük şuuruna erdim. Onda gördüm ve kuvvetle duydum. Ondan sonra Türklük benim derin kaynağım, en derin övünç membaım oldu. Benim hayatta yegane fahrim, servetim, Türklükten başka bir şey değildir.
30 Ağustos'ta sevk ve idare ettiğim muharebede Türk milleti yanımdaydı. Bir insan, milletiyle beraber hareket ettiği zaman ne kadar kuvvetli hissediyor, bilir misiniz? Bunun tarifi zordur. Bunun anlatmakta güçlük çekersem beni mazur görünüz.[1]
Arkadaşlar! Gidip, Toros Dağları'na
bakınız, eğer orada bir tek Yörük çadırı görürseniz ve o çadırda bir duman
tütüyorsa, şunu çok iyi biliniz ki bu dünyada hiçbir güç ve kuvvet asla bizi
yenemez.
Artık bugün demokrasi fikri daimî
yükselen bir denizi andırmaktadır. 20. yüzyıl, birçok müstebit hükûmetlerin bu
denizde boğulduğunu görmüştür.
Ben icap ettiği zaman en büyük hediyem
olmak üzere, Türk milletine canımı vereceğim.
Benim yaratılışımda fevkalade olan bir
şey varsa, Türk olarak dünyaya gelmemdir. Her Türk ferdinin son nefesi, Türk
milletinin nefesinin sönmeyeceğini, onun ebedî olduğunu göstermelidir.
Bilelim ki millî benliğini bilmeyen
milletler başka milletlere yem olurlar.
Bir millet kendi kuvvetine dayanarak
varlığını ve bağımsızlığını sağlamazsa şunun bunun oyuncağı olmaktan
kurtulamaz.
Bir milletin başarısı, mutlaka bütün
millî güçlerin bir istikamette oluşmasıyla mümkündür. Bu nedenle bilelim ki,
elde ettiğimiz başarı, milletin güç birliği etmesinden, ortak hareket
etmesinden ileri gelmiştir. Eğer aynı başarı ve zaferleri gelecekte de
tekrarlamak istiyorsak, aynı esasa dayanalım ve aynı şekilde yürüyelim.
Biz daima hakikat arayan, onu bulunca ve
bulduğuna kani olunca açıkça söylemekten kaçınmayan insanlar olmalıyız.
Biz milliyet fikirlerini tatbikte çok
gecikmiş ve çok ilgisizlik göstermiş bir milletiz. Bunun zararlarını fazla
faaliyetle gidermeye çalışmalıyız. Osmanlı İmparatorluğu içindeki çok çeşitli
topluluklar, hep millî inançlarına sarılarak, milliyetçilik idealinin gücü ile
kendilerini kurtardılar. Kuvvetimizin zayıfladığı anda bizi hor ve hakir
gördüler. Anladık ki, kabahatimiz kendimizi unutmuş olduğumuzmuş.
Dünyanın bize saygı göstermesini istiyorsak, ilk önce biz kendi benliğimize ve
milliyetimize bu saygıyı, hissî, fikrî ve fiilî olarak, bütün davranış ve
hareketlerimizle gösterelim.
Biz ne Bolşevikiz ne de komünist Ne biri
ne diğeri olamayız. Türkler milliyetperver ve dinlerine hürmetkâr bir
millettir. Bizim hükümet şeklimiz tam bir demokrat hükümetidir.
Biz öyle milliyetçileriz ki, bizimle iş
birliği yapan bütün milletlere saygı duyar ve riayet ederiz.
Biz Türkler, bütün tarihimiz boyunca
hürriyet ve istiklale timsal olmuş bir milletiz.
Bizim başka milletlerden hiçbir
eksiğimiz yok. Cesuruz, zekiyiz, çalışkanız, yüksek amaçlar uğrunda ölmesini
biliriz.
Bizim halkımız, menfaatleri birbirinden
ayrılır sınıflar halinde değil tam aksine varlıkları ve çalışmalarının
sonuçları birbirine gerekli olan sınıflardan ibarettir. Bu dakikada
dinleyicilerim çiftçilerdir, sanatkârlardır, tüccarlardır ve işçilerdir.
Bunların hangisi diğerinin muarızı olabilir?
Bizim milletimiz, vatanı için, hürriyeti ve egemenliği için fedakâr bir halktır.
Bizim milletimiz derin bir maziye
maliktir. Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde
kuvvet bulacaktır.
Bu memleket, Dünya'nın beklemediği, asla
ümit etmediği bir müstesna mevcudiyetin yüksek tecellisine, yüksek sahne oldu.
Bu sahne yedi bin senelik (en aşağı), bir Türk beşiğidir. Beşik tabiatın
rüzgârlarıyla sallandı; beşiğin içindeki çocuk tabiatın yağmurlarıyla yıkandı,
o çocuk tabiatın şimşeklerinden, yıldırımlarından, kasırgalarından evvelâ
korkar gibi oldu; sonra onlara alıştı; onları tabiatın babası tanıdı, onların
oğlu oldu. Bir gün o tabiat çocuğu tabiat oldu, şimşek, yıldırım, Güneş oldu.
Türk oldu. Türk budur. Yıldırımdır, kasırgadır, Dünya'yı aydınlatan Güneş'tir.
Bu memleket tarihte Türk'tü, hâlde
Türk'tür ve ebediyen Türk olarak yaşayacaktır.
Bu millet kılı kıpırdamadan dava uğruna
canını vermeye razı olmasaydı, ben hiçbir şey yapamazdım.
Bugün vardığımız barışın ebedî barış
olacağına inanmak safilik olur. Bu o kadar önemli bir gerçektir ki, ondan bir
an bile gaflet, milletin hayatını tehlikeye sokar. Şüphesiz, hukukumuza, şeref
ve haysiyetimize saygı gösterildikçe, mukabil saygıda asla kusur etmeyeceğiz.
Fakat, ne çare ki, zayıf olanların hukukuna saygının noksan olduğunu veya hiç
saygı gösterilmediğini çok acı tecrübelerle öğrendik. Onun için, her türlü
ihtimallerin gerektireceği hazırlıkları yapmakta asla gecikmeyeceğiz.
Bu dünyadan göçerek Türk milletine veda
edeceklerinin çocuklarına kendinden sonra yaşayacaklara, son sözü bu olmalıdır:
'Benim Türk milletine, Türk cemiyetine, Türklüğün istikbaline ait ödevlerim
bitmemişti, siz onları tamamlayacaksınız. Siz de sizden sonrakilere benim sözümü
tekrar ediniz. Bu sözler bir ferdin değil, bir Türk milleti duygusunun
ifadesidir.' Bunu, her Türk bir parola gibi kendinden sonrakilere mütemadiyen
tekrar etmekle son nefesini verecektir. Her Türk ferdinin son nefesi, Türk
milletinin nefesinin sönmeyeceğini, onun ebedi olduğunu göstermelidir. Yüksek
Türk, senin için yüksekliğin hududu yoktur. İşte parola budur! (1935)
Bugünkü Türk milleti siyasi ve içtimai
camiası içinde kendilerine Kürtlük fikri, Çerkezlik fikri ve hatta Lazlık fikri
veya Boşnaklık fikri propaganda edilmek istenmiş vatandaş ve millettaşlarımız
vardır; fakat mazinin istibdat devirleri mahsulü olan bu yanlış adlandırmalar,
birkaç düşman aleti mürteci, beyinsizden başka hiçbir millet ferdi üzerinde
üzüntüden başka bir tesir yapmamıştır; çünkü bu millet fertleri de umum Türk
camiası gibi aynı müşterek maziye, tarihe, ahlaka, hukuka sahip bulunuyorlar.
Bugün içimizde bulunan Hıristiyan, Musevi vatandaşlar, mukadderat ve
talihlerini Türk milletine vicdani arzularıyla bağladıktan sonra kendilerine
yan gözle, yabancı gözüyle bakılmak, medeni Türk milletinin asil ahlâkından
beklenebilir mi?
Büyük şeyleri büyük milletler yapar.
Çiftçinin sanatkâra, sanatkârın çiftçiye
ve çiftçinin tüccara ve bunların hepsinin birbirlerine ve işçiye muhtaç
olduğunu kim inkâr edebilir?
Türkler Arapların dinini kabul etmeden
evvel de büyük bir millet idi.
Din birliğinin de bir millet teşkilinde
müessir olduğunu söyleyenler vardır. Fakat biz, bizim gözümüz önündeki Türk
milleti tablosunda bunun aksini görmekteyiz.
Türkler Arapların dinini kabul etmeden
evvel de büyük bir millet idi. Arap dinini kabul ettikten sonra bu din, ne
Arapların, ne aynı dinde bulunan Acemlerin ve ne de Mısırlıların ve sâirenin
Türklerle birleşip bir millet teşkil etmelerine hiçbir tesir etmedi. Bilakis,
Türk milletinin millî rabıtalarını gevşetti; millî hislerini, millî heyecanlarını
uyuşturdu. Bu pek tabii idi; çünkü, Muhammed'in kurduğu dinin gayesi, bütün
milliyetlerin fevkinde şamil bir Arap milliyeti siyasetine müncer oluyordu.
Bu Arap fikri, “Ümmet” kelimesi
ile ifade olundu. Muhammed’in dinini kabul edenler, kendilerini unutmağa,
hayatlarını Allah kelimesinin her yerde yükseltilmesine hasretmeğe mecburdular.
Bununla beraber, Allah’a kendi millî lisanında değil, Allah’ın Arap kavmine
gönderdiği Arapça kitapla ibadet ve münacatta bulunacaktı.
Arapça öğrenmedikçe Allah’a ne dediğini
bilmeyecekti. Bu vaziyet karşısında Türk milleti birçok asırlar ne yaptığını,
ne yapacağını bilmeksizin adeta bir kelimesinin mânâsını bilmediği halde
Kur'ân'ı ezberlemekten beyni sulanmış “Hafızlar”a döndüler.
Başlarına geçebilmiş olan haris serdarlar,
Türk milletince karışık, cahil hocalar ağzıyla, “ateş ve azap” ile müthiş bir
muamma halinde kalan dinî hırs ve siyasetlerine âlet ittihaz ettiler.
Bir taraftan Arapları zorla emirleri
altına aldılar, bir taraftan Avrupa'da Allah kelimesinin îlâsı (yüceltilmesi)
parolası altında Hıristiyan milletlerinin idareleri altına geçirdiler, fakat
onların dinlerine ve milliyetlerine ilişmeyi düşünmediler.
Ne onları “Ümmet” yaptılar, ne onlarla
birleşerek kuvvetli bir millet yaptılar.
Mısır'da belirsiz bir adamı 'Halifedir'
diye yok ettiler! Hırkasıdır diye bir palas pâreyi hilâfet alâmeti ve imtiyazı
olarak altın sandıklara koydular, “Halife” oldular. Gâh şarka, gâh garba veya
her tarafa birden saldıra saldıra Türk milletini, topraklarını, menfaatlerini,
benliğini unutturacak, Allah’a mütevekkil kılacak derin bir gaflet ve yorgunluk
beşiğinde uyuttular.
Millî duyguyu boğan, “Fânî Fünya”ya
kıymet verdirmeyen, sefaletler, zaruretler, felaketler his olunmaya başlayınca,
asıl hakiki saadete öldükten sonra Âhiret'te kavuşacağını vaat ve temin eden
dinî akîde ve dinî his, millet uyandığı zaman onun şu acı hakikati görmesine
mânî olamadı.
Bu feci manzara karşısında kalanlara
kendilerinden evvel ölenlerin Ahiret'teki saadetlerini düşünerek veya bir an
evvel ölüm niyaz ederek Âhiret hayatına kavuşmak telkin eden din hissi,
Dünya'nın acısı duyulan tokadıyla derhal Türk milletinin vicdanındaki çadırını
yıktı.
Davetlileri Türk düşmanları olan Arap
çöllerine gitti.
Türk vicdan-ı umûmîsi, derhal, yüzlerce
asırlık kudret ve küşayişiyle (açıklıkla, ferahlıkla), büyük heyecanlarla
çarpıyordu. Ne oldu? Türkün millî hissi, artık ocağında ateşlenmişti. Artık
Türk, Cennet'i değil, eski, hakîkî büyük Türk Cedlerinin mukaddes miraslarının
son Türk ellerinin müdafaa ve muhafazasını düşünüyordu. İşte din hissinin Türk
milletinde bıraktığı hatıra.
Türk milleti, millî hissi dînî hisle
değil, fakat insanî hisle yan yana düşünmekten zevk alır, vicdanında millî
hissin yanında insanî hissin, şerefli yerini daima muhafaza etmekle müftehirdir
(öğünür); çünkü Türk milleti bilir ki bugün medeniyetin şahrahında (büyük
yolunda) müstakil ve fakat kendilerine muvâzî yürüdüğü umum medenî milletlerle
keşifleri mütekabil insânî ve medenî münasebet, elbette inkişafımızda devam
için lazımdır; ve yine malumdur ki Türk milleti, her medenî millet gibi mâzînin
bütün devirlerinde keşifleriyle, ihtiralarıyla medeniyet âlemine hizmet etmiş
insanların, milletlerin kıymetini takdir ve hatıralarını hürmetle muhafaza
eder. Türk milleti, insaniyet âleminin samimi bir ailesidir.
Türk milleti en eski tarihlerde meşhur kurultaylarıyla, bu kurultaylarında
devlet reislerini intihap etmeleriyle demokrasi fikrine ne kadar merbut
olduklarını göstermişlerdir. Son tarih devirlerinde Türklerin teşkil ettikleri
devletlerde başlarına geçen Padişahlar, bu usulden ayrılarak müstebit
olmuşlardır.
Kralların ve padişahların istibdadına
dinler mesnet olmuştur. Krallar, Halifeler, Padişahlar etraflarını alan Papazlar,
Hocalar tarafından yapılmış teşviklerle, ilâhî hukuka istinat etmişlerdir.
Hâkimiyetin, bu hükümdarlara Allah
tarafından verilmiş olduğu nazariyesi uydurulmuştur. Buna göre, hükümdar, ancak
Allah’a karşı mesuldür. Kudret ve hakimiyetin hududu din kitaplarında
aranabilir.
İlâhî hukuka müstenit bir mutlakıyet
kaidesi önünde demokrasi prensibinin ilk aldığı vaziyet mütevâzîdir. O, evvela
hükümdarı devirmeğe değil, onun yalnız kuvvetlerini tahdîde, mutlakıyeti
kaldırmağa çalıştı. Bu çalışma 400-500 sene evvelinden başlar. Evvela kuvvetin
milletten geldiği ve kuvvete gayrı muktedir bir ele düşerse iştirak
etmesiyledir.”
Diyarbakırlı, Vanlı, Erzurumlu,
Trabzonlu, İstanbullu, Trakyalı ve Makedonyalı, hep aynı cevherin damarlarıdır.
Bu damarlar, birbirini tanısın. Türk milletinin toplumsal düzenini bozmaya
yönelik çabalar boğulmaya mahkûmdur. Türk milleti kendinin ve memleketinin
yüksek menfaatleri aleyhine çalışmak isteyen bozguncu, alçak, vatansız ve
milliyetsiz beyinsizlerin saçmalamalarındaki gizli ve kirli emelleri anlamayacak
ve onlara hoşgörü gösterecek bir topluluk değildir.
Dünya'da hiçbir milletin kadını,
milletini kurtuluşa ve zafere götürmekte, Anadolu kadınından daha fazla
çalıştım diyemez.
Düşmanın taarruzuna karşı kahramanca
silaha sarılan Maraşlı kardeşlerimiz yirmi güne yaklaşan bir zamandan beri kan
ve ateşler içerisinde istilacı Fransızlar’a ve onların silahlandırdığı
hunhar Ermeniler’e karşı savaşmakta idiler. 10-11 Şubat 1920 gecesi
düşmanı İslahiye istikametinde firara mecbur ederek, mevcudiyet-i millîlerini
kazanmaya muvaffak olmuşlardır.
En büyük iftiharım Türk olarak
yaratılmamdır.
Esas kıymeti kendine veren ve mensup
olduğu millet ve memleketi ancak şahsiyeti ile ayakta gören adamlar,
milletlerinin mutluluğuna hizmet etmiş sayılmazlar. Kendisi gidince ilerleme ve
hareket durur zannetmek bir gaflettir…
Eskiden dinler, bilimler, sanatlar,
bütün bilgelikler ve şiirler, bir merkezden ışığın dağılması gibi Doğu'dan
Batı'nın karanlık bölgelerine doğru yayılırdı.
Gerektiğinde vatan için bir tek fert
gibi yekpare azim ve karar ile çalışmasını bilen bir millet elbette büyük bir
geleceğe layık ve aday olan bir millettir.
Giriştiğimiz büyük işlerde, milletimizin
yüksek kabiliyet ve yüksek sağduyusu başlıca rehberimiz ve başarı kaynağımız
olmuştur.
Hiçbir millet, milletimizden daha çok,
yabancı unsurların inanç ve âdetlerine riayet etmemiştir.
İki Mustafa Kemal var. Biri ben, fert
olan, fani olan Mustafa Kemal. İkinci Mustafa Kemal'den ise ancak
"Biz" diye bahsedebilirim. Yani sizler, çalışan köylü, uyanık,
münevver, milliyetperver vatandaşlar... İşte o Mustafa Kemal ölmez.
İlerlemek yolunda vuku bulacak her mühim
teşebbüsün, kendine göre mühim mahzurları vardır. Bu mahzurların asgari hadde
indirilmesi için tedbirde ve teşebbüslerde kusur etmemek lazımdır.
Milletler gam ve keder bilmemelidir.
Vaktiyle kitaplar karıştırdım. 'Dünyadaki geçici ömür esnasında neşe ve
saadete yer bulunamaz.' diyorlardı. Başka kitaplar okudum. Diyorlar ki 'Bari
yaşadığımız müddetçe şen olalım.' Ben kendi karakterim itibariyle ikinci
hayat görüşünü tercih ediyorum.
Ne mutlu Türk'üm diyene!
Ordumuz, Türk birliğinin, Türk kudret ve kabiliyetinin, Türk vatanseverliğinin çelikleşmiş bir ifadesidir.
Orduya ilk katıldığım günlerde, bir Arap
binbaşısınınKavm-i Necip Evlâdına sen nasıl kötü muamele yaparsın?' diye
tokatladığı, bir Anadolu çocuğunun iki damla gözyaşında Türklük şuuruna erdim.
Onda gördüm ve kuvvetle duydum. Ondan sonra Türklük benim derin kaynağım, en
derin övünç membaım oldu. Benim hayatta yegâne fahrim, servetim, Türklükten
başka bir şey değildir…
Türk, çetin işler başarmak için
yaratılmıştır!
Türk demek dil demektir. Milliyetin çok
bariz vasıflarından birisi dildir. Türk milletindenim diyen insanla,r her
şeyden evvel ve mutlaka Türkçe konuşmalıdır. Türkçe konuşmayan bir insan, Türk
harsına, camiasına mensubiyetini iddia ederse buna inanmak doğru olmaz."
Türk, esirlik kabul etmeyen bir
millettir. Türk milleti esir olmamıştır.
Türk kuvvet ve zekâsının yenmediği ve
yenemeyeceği güçlük yoktur.
Türk milleti güzel her şeyi, her medeni
şeyi, her yüksek şeyi sever, takdir eder; fakat muhakkaktır ki, her şeyin
üstünde takdir ettiği bir şey varsa o da kahramanlıktır.
Türk milleti insanlık âleminin samimi
bir ailesidir.
Türk milleti yeni bir iman ve kesin bir
millî azim ile yeni bir devlet kurmuştur. Bu devletin dayandığı esaslar "Tam
Bağımsızlık" ve "Kayıtsız Şartsız Millî Egemenlik"ten
ibarettir. Yeni Türkiye devletinin yapısının ruhu millî egemenliktir. Milletin
kayıtsız şartsız egemenliğidir.
Türk miletine doğru ve güzeli veriniz,
anlatınız, muhakkak kucaklar.
Türk milletinin karakteri yüksektir.
Türk milleti çalışkandır. Türk milleti zekidir. Türk milleti millî birlik ve
beraberlik içerisinde güçlükleri yenmesini bilmiştir. Türk milletinin tarihî
bir niteliği de güzel sanatları sevmek ve onda yükselmektir. Türk milletinin
büyük millet olduğunu bütün medeni âlem, az zamanda, bir kere daha
tanıyacaktır…
…Türk milletinin müşterek görünen bir
hali daha vardır. Hakikaten dikkat olunursa, Türklerin aşağı yukarı hep
ahlâkları birbirine benzer. Bu yüksek ahlâk hiçbir milletin ahlâkına benzemez.
Türk milletinin son yıllarda gösterdiği
harikaların yaptığı siyasî ve sosyal inkılapların gerçek sahibi kendisidir.
Milletimizde bu kabiliyet ve tekâmül var olmasaydı, onu yaratmaya hiçbir kuvvet
ve kudret yeterli olamazdı.
Türk milletinin yürümekte olduğu
ilerleme ve uygarlık yolunda elinde ve kafasında tuttuğu meşale, pozitif
bilimdir.
Türk, öğün, çalış, güven. (1934)
Türkiye Cumhuriyeti'nin temeli,
kahramanlığı ve Türk kültürüdür.
Türk'ün haysiyeti, onuru ve kabiliyeti
çok yüksek ve büyüktür.
Türkler, demokrat, hür ve
sorumluluklarını bilen vatandaşlardır; Türk Cumhuriyeti'nin kurucuları ve
sahipleri bizzat kendileridir.
Türklüğün unutulmuş büyük medeni vasfı
ve büyük medeni kabiliyeti, bundan sonraki inkşâfı (gelişmesi) ile âtinin (geleceğin)
yüksek medeniyet ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır.
Türklük esastır. Bu mevcudiyeti tarih içinde araştırmak, birbirini izleyen bir tarih zinciri içinde tespit edilecek Türk medeniyeti ile övünmek yerinde olurakat, bu övünmeye layık olmak için bugün çalışmak lazımdır.
KAYNAKLAR.
1)
Hakimiyet-i Milliye gazetesi, 30 Ağustos
1928.
2)
Atatürk Araştırma Merkezi, Milli
Mücadele ve Sonrasında Türklük Şuuru, Prof. Dr. Zeynep Korkmaz; Atatürk
Araştırma Merkezi dergisi, Sayı 10, Cilt IV, Kasım 1987.
3)
Kutay, Cemal (Kasım 1999). Atatürk Bugün
Olsaydı. Aksoy yayıncılık. ISBN
975-312-125-3.
4)
1935, 1923-03-16, Adana Esnaflarıyla
Konuşma
5)
Şüpheci Melek (1931). "Atatürk'ün
dini görüşleri". 2009-03-09 tarihinde kaynağından (html) arşivlendi.
Erişim tarihi: 2011-12-03. Atatürk’ün Âfet İnan’a dikte ettirdiği
“Yurttaş için Medeni Bilgiler” ders kitabında dinin rolü üzerine söylediği. Bu
ifadeler, 1930'larda basılan kitabının 364-370, 402-3. sayfalarında bulunurken,
sonraki senelerde yapılan baskılarda bu ifadeler çıkarılmış yani sansürlenmiş.
6)
Can Dündar (2006). "Atatürk'ün sansürlenen
görüşleri". 2006-10-30 tarihinde kaynağından (html) arşivlendi.
Erişim tarihi: 2011-12-03.
7)
Prof. Dr. A. Afet İnan, Medeni
Bilgiler ve M. Kemal Atatürk'ün El Yazıları, sadeleştirenler Prof. Dr. Ali
Sevim, Prof. Dr. Azmi Süslü, Doç. Dr. M. Akif Tural, s. 438 vd., Başbknlk
Atatürk Araştırma Merkezi, ISBN
975-16-1276-4
8)
1933-10-29, Onuncu Yıl Nutku