27 Eylül 2019 Cuma

30 AĞUSTOS ULUSAL EGEMENLİK ve ZAFER BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN!


30 AĞUSTOS ULUSAL EGEMENLİK ve ZAFER BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN!

27 Ağustos 1922 sabahı Mustafa Kemal Paşa'ya telefonda kuşattıkları tepeyi yarım saat sonra alacaklarını bildirmesine rağmen bunu başaramayınca intihar ederek hayatına son veren Miralay Reşat (Çiğiltepe)’a;
Özellikle cephenin biraz gerisinde yüksekçe bir yere oturup tabancalarını dizlerine koyarak "Geri çekileni vururum" mesajı vermesi ve birkaç sefer geriye kaçan askerler üzerinde bunu bizzat uygulamasıyla “Deli Halit” lakabını alan Mirliva Halit (Karsıalan)’e;
Kütahya'nın Emet İlçesinden kendisi, Emet Halkı ve Süvarileri tarafından kaçırılan Yunan Ordusunu kovalayarak İzmir’e giren ilk süvari birlikleri komutanı Ferik Fahrettin (Altay)’e;
Demiryollarının kesiştiği yer olan Eskişehir'e bir üs kuran ve savaş boyunca derme çatma trenlerle cepheye asker, cephane, malzeme nakleden; ray döşeten; gerektiğinde ray ve vagonlardan çelik söktürüp kılıç yaptıran Miralay Behiç Bey’e;
İstanbul'dan bizzat kendisine gönderilen ve Mustafa Kemal Paşa'yı tutuklamasını emreden telgrafa rağmen “Ben ve kolordum emrinizdedir Paşam!” sözünü söyleyerek Mustafa Kemal Paşa'nın emrine giren Birinci Ferik Musa Kâzım (Karabekir)’a;
İzmit ile Adapazarı'nı geri alıp, Sakarya Meydan Muharebesi'ne katılarak üstün başarılar kazanan Birinci Ferik Kazım Fikri (Özalp)’ye;
Birlikleri ile İzmit ve Adapazarı üzerinden Bilecik ve Eskişehir istikametine ilerleyen İngiliz Kuvvetlerine Geyve yakınlarında ateş açarak, onları durdurup geri püskürten ve Türk Kurtuluş Savaşı'nı fiilen başlatan ilk komutan olan Mirliva Ali Fuat (Cebesoy)’a;
Bahriye Nazırlığından ayrılan ve Anadolu'daki Milli Mücadele hareketine katılan Albay Hüseyin Rauf (Orbay)’a;
İstanbul'dan Anadolu'ya silah ve mühimmat kaçıran, İtalyan işgalindeki Antalya depolarında bulunan silah ve mühimmatın Kuva-yı Milliye'ye kazandıran Mirliva İbrahim Refet (Bele)’e;
İstanbul Hükümeti tarafından ulusal hareketin önderlerinden biri olarak rütbesi kaldırılan, nişanları geri alınan ve idamına karar verilen Müşir Mustafa Fevzi (Çakmak)’ye;
Harbiye'de Askeri Taktik ve Strateji Öğretmenliği yapması nedeniyle başta Mustafa Kemal Paşa olmak üzere Kurtuluş Savaşı'ndaki üstü düzey komutanların büyük çoğunluğu tarafından "Hocam" diye hitap edilen, Büyük Taarruz'dan önce taarruz stratejisinin belirlenmesi için yapılan toplantılarda, tedbirli ve titiz karakteri nedeniyle, taarruz planını çok riskli ve tehlikeli bulduğu için şiddetle itiraz eden, ancak yine de verilen emirleri, biri hariç, harfiyen yerine getiren Orgeneral Yakup Şevki (Subaşı)’ye;
Yaptığı konuşmaları ile zihinlerde yer etmiş usta bir hatip olan, Kurtuluş Savaşı'nda cephede Mustafa Kemal'in yanında görev yapan, sivil olmasına rağmen rütbe alarak bir savaş kahramanı sayılan Onbaşı Halide (Edip Adıvar)’ye;Kağnıyla cepheye silah taşıyan Fatma Nine’ye;
İnebolu'da bulunan cephaneleri Ankara'ya götürülmesinde çocuğu ve kağnısıyla yer alırken, kış şartları nedeniyle cephane ıslanmasın diye battaniyesini cephaneye saran, bebeğine de sarılıp onun donmaması için uğraş verirken donarak ölen Şerife Bacı’ya;
Onbaşı olduğunda, neredeyse sadece kadınlardan oluşan birliği ile düşmanın cephe gerisine bir saldırı düzenleyen ve aralarında bir Yunan Subayı dahil, toplam: 25 esir askerle geri dönen Erzurumlu Kara Fatma (Seher Erden)’ya;
Kocayayla Baskınında geri çekilen silah arkadaşlarına cesaret vermek için hızla öne atılınca başından vurularak şehit olan Gördesli Makbule’ye;
Savaşta bizzat cephelerdeki siperde gezinerek askerlere moral veren Mehmet Âkif (ERSOY)’a;
Çanakkale’de ölen kocasından kalan tek hatıra elmas küpelerini bozdurup kendine bir tüfek alıp dağa çıkan ve Yörük Ali Efe’ye katılan Emir Ayşe’ye;

Düzenli ordu kurulana kadar yirmi aylık bir sürede düşman kuvvetlerinin Aydın kanadından Anadolu içlerine ilerlemesi engelleyen Yörük Ali Efe’ye;
Bekir Ağa Bölüğü`ne baskın düzenleyerek tutuklu bulunan vatansever ve aydınları kurtarıp, Anadolu`ya geçmelerini sağlayan Yahya Kaptan’a;
Bir Fransız gemisini kaçırmayı başarınca ona layık görülen İstiklal Madalyasını geri çevirerek "Ben madalya için değil milletim içim savaştım!." diyen İpsiz Recep’e;
Kumardan hileyle kazandığı 45 Bin Frank ile kendi deyimiyle İzmir'deki vatan görevine başlayan İngiliz Kemal lakabıyla anılan Türk Ajan Ahmet Esat (Tomruk)’a;
Ulusal Kurtuluş Savaşının Gizli Örgütü Karakol’u Yöneticisi Naciye Faham’a;
İşkence görmesine rağmen Karakol’un adresini vermeyen Topkapılı Ebe Şahende’ye;
Felah Grubu’na saraydan bilgi taşıyan V. Murat’ın Kızı Fehime Sultan’a;
İşgal protestolarında on binlere konuşan Şükufe Nihal’e;
Sebahat’e ;
Zeliha’ya;
Darülfünunlu Saime’ye;
12 yaşında İnönü muharebelerinde savaşan Nezahat’e;
 “Muhabere bana düğündür Paşam” diyen Mustafa Kemal’in Askeri Sivaslı Fatma Seher’e;
Çerkez Kadınları örgütleyen Hayriye Melek’e;
Alaşehir’deki zulmü dünyaya çektikleri telgraf ile duyuran Makbule’ye;
Nebile’ye;
Yunan işgaline elinde silahla karşı koyan Turgutlulu Çavuş Ayşe’ye;
Ödemişli Fatma’ya;
Köpekli Nuri Çetesi’ne katılan Aydınlı -namı diğer Binbaşı- Ayşe’ye;
Yörük Ali Efe’nin 1. Bölüğünün 4. Mangasında nişancı olarak savaşan Emire Aliye’ye;
Elinde balta ile Menderes Köprüsü’nde düşman bekleyen Arşın Teyze’ye;
Sarayköy’e gelen İngilizci Nasihat Kurulu’nun üzerine silahla yürüyen Adöv Ayşe’ye;
Başındaki yırtık örtüsünü erkeklerin yüzüne atıp, “Alın bunları örtünün, verin silahları ben savaşırım” diyen Kezban’a;
Mavzeri hiç susmayan şehit eşi Senem Ayşe’ye;
Düğününde takılan altınları Ankara’ya bağışlayan Kastamonulu 17 yaşındaki Hatice’ye;
Üç kızını Mustafa Kemal’e emanet edip Sakarya Cephesine koşan ve yaralanan Ayşe Çavuş’a;
Düşmanla işbirliği yapan oğlunu vurup, dağa çıkan Domaniçli Habibe’ye;
Erkek kılığında savaşan ve sonra kadın olduğu anlaşılan Halime Çavuş’a…..
Soyadını İnönü Meydanı’nda çarpışa çarpışa alan Mustafa İsmet’e;
“Geldikleri gibi giderler” deyip, geldiklerinden biraz daha hızlı gitmelerini sağlayan Mustafa Kemal’e:
Allah rahmet eylesin, mekanları Cennet olsun diyor. Önlerinde saygıyla eğiliyoruz.

21 Eylül 2019 Cumartesi

ÜLKÜCÜ ŞEHİD ÖMER ERTAN GENİŞHAN'A; Hasan GÖMLEKSİZ


ÜLKÜCÜ ŞEHİD ÖMER ERTAN GENİŞHAN'A
                                 Hasan GÖMLEKSİZ

Ülkü ocakları ne bir menfaat, nede bir saltanattı...
Ülkü ocakları; vebali büyük, bedeli ağır bir teşkilattı.
Ülkücülük; bir erdem, ülkücülük bir sanattı...
Adamın adamı olmakta yoktu,
Adam satmakta...
Kula kul olmakta yoktu, padişahlıkta...
Yalnız o'na kulluk eder, yalnız ondan yardım dilerdik...
Ölümlerle eylenen tunç yürekli türklerdik...

Doğruyduk, dürüsttük, temizdik...
Adımız geçince, bayrak gelirdi akla.
Efendiydik, mütevaziydik, asildik.
Adımız geçince adam gelirdi akla.
Yedi düvele örnektik,
Namertlik, kalleşlik haşa.
Menfaat nedir bilmezdik...

Şimdi ne oldu söyle bize?..
O ruhu,o aşkı, yeniden anlat bize...
Ülkücü denince, akan sular dururdu.
Aşk bile,önünde oturur selam dururdu...
Ölenlerimiz şehid, kalanlarımız gaziydi.
Ülkücülük; tepeden tırnağa, muhteşem bir maziydi...
Şimdi ne oldu söyle bize?..
O ruhu,o aşkı, yeniden anlat bize...
Hak,hukuk, adalet, milliyetci hareketti...

Ülkücü denilince;
Dava gelirdi akla...
Muhammed mustafa 'yla  (sav)aynı safta,
Para,pul,şan, şöhret, fitne, fesat bilmezdik...
Dünyaları verseler; davamızdan dönmezdik...
Şimdi söyle; hangi yüzle bakalım sana...
Fitnenin, fesatın, elindeki şu halimize baksana...
''Ne amerika ne rusya nede çin''di,
''Herşey türke göre türklük için''di...
Tarihin derinliklerinden çıkıp gelmişti sanki,
Kürşat'ın, alparslan,ın ruhu yeniden dirilmişti sanki...
Pırıl pırıl bir gençliktik.
Ne oldu söyle bize?
O ruhu,o inancı, yeniden anlat bize...
Ok birkez çıktımı yaydan;
Geçerdik düğünden, toydan.
Bir değil, bin canımız olsa, çekinmeden verirdik.
Bir ölür bin dirilirdik...
Kanımız aksa da; zafer islamındı.
Kanımız aksa da; zafer turanındı...
Şimdi ne oldu söyle bize?..

O  ruhu,o aşkı, yeniden anlat bize...
''Şehidler ölmez vatan bölünmez'' di.
Şeksiz,şüphesiz gelirdin akla.
Adın geçince, akan sular dururdu.
Yiğitlik,mertlik  önünde selam dururdu...
Şimdi söyle hangi yüzle bakalım size?..
O yiğitliği, o mertliği,yeniden anlatın  bize...

Ülkücü; ocaklarda, bir değil,bin özenle seçilirdi.
Anadan,babadan, yardan,
Sırattan geçilir gibi geçilirdi...
Büyük küçük, saygı sevgi, ülküdaşlık,
Liyakat vatan, millet,din, dinayet.
Hangisini anlatayım sana?..
Boğazımıza kadar battık... Şehidim;
O ruhu,o aşkı, yeniden anlat bana...

İstanbul'u tekrar fethedin deseler, fethederdik.
Çin sarayını basın deseler, basardık.
Kelime-i şehadetle ölür, atsız ın ruhuyla yaşardık...
Şimdi ne oldu söyle bize?..
Kürşat'ları, ilteriş'leri, yeniden anlat bize.
Ülkücüydük, güçlüydük, yedi düvelin namlusundaydı adımız.
Adriyatik'den, çin seddine, yankılanırdı andımız.

Hani; allah'a, kitab'a ve silah'a, yemin olsundu ?..
Hani; şehidlerimiz, gazilerimiz,
Emin olsundu?..
Hani;
Kavgamız, son nefer,son nefes, son damla kana kadardı?..
Hani;
Kavgamız, milliyetçi türkiye'ye,
Turan'a kadardı?..
Şimdi ne oldu söyle bize?..
O yeminleri yeniden anlat bize...
Ülküdaştık, gönüldaştık, kardeştik,
Edirne'dekinin acısını,
Kars'daki duyardı...
Ateş düştüğü yeri değil,
Yediden yetmişe, herkesi yakardı...
Şimdi ne oldu söyle bize?..
O sevgiyi o ruhu yeniden anlat bize...

Sağ göğsümüzde kurşun,
Sol göğsümüzde sızı,
Sırtımızda hançer,
Ahvalimiz içler acısı.
Daraldık, bunaldık, yüreğimiz paramparça sanki...
Düşmanı geçtik şehidim, ülküdaşımız bile düşman sanki.
Her yeni gün,bin bizans.
İmdat, inşirah, imdat, nas.
Canımız çıktı çıkacak sanki...

Maalesef; ülkücü ülkücünün can düşmanı oldu can evimizde.
Teşkilat denilince pirem pirem kaçar olduk.
O tadına doyulmaz ocaklar,
O tadına doyulmaz ülkücülük,
Nerde?..
Nerde benim; gönüller fatihi başkanlarım ?..
Nerde benim; yedi düvele nam salmış teşkilatlarım ?..
Nerde benim; mazisine  hasret,  bir lokmayı paylaştığım ocaklarım ?..

Ülküdaşın adından
Kardeşten öte, kardeş tadından.
Söyle; geriye ne kaldı bize...
Dillere destan, o ülküdaşlığı yeniden anlat bize...
''Ülkücüyüm '' demekle ülkücü olunmazdı,
Bu kadar ağır bir yük ,
Bu kadar hafif taşınmazdı...

Bozkurt'tu ,alp'ti, alperen'di.
Cesurdu,çalışkandı ,fedakardı.
Hangi sıfatını anlatayım sana?..
Kahır ölümden bin beter, 
Yerin zımı az,
Şu halimize baksana...
Er meydanında, döne döne dövüşürdük.
Kederi,sevinci, kardeşçe bölüşürdük...
Para'pul,şan, şöhret,
Saçını başını yolardı...
Türk'ün göz bebeği bozkurtlar;
Destan üstüne, destan yazardı...
Şimdi ne oldu söyle bize?..
O ruhu,o aşkı, yeniden anlat bize...
Seyredelim dedik,
Seyrettik.
Makam,mevki kazandık ama, ruhumuzu kaybettik...

Artık; ne güzel, ne rahat,ne iyi.
Herkes;para, pul, şan, şöhret, makam,mevki peşinde.
Peki;ya senin canın,
Peki;ya senin istikbalin nerede ?..

Adımıza kocaman bir mim koydular.
Geçmişimizde ne varsa,tepeden tırnağa soydular...
Dört bir yanımız harami doldu. Şehidim;
Ne gücüm kaldı nede mecalim...
Artık nesli tükenmiş bir garip ülkücüyüm...
Ahir zamanda,
Dünyaları verselerde dönüp bakmam.
Allah biliyor;
Bedeli allah katında...

Türklük gurur ve şuuru,islam ahlak ve fazileti.
Kimimiz yusuf, kimimiz şehid, kimimiz gazi...
Allah rızası için, dinle beni;
Utançtan yerin zımmına girsek yeri,
Ülkücüden vaz geçtim,
Hangi türk, hangi müslüman taşır bu vebali..
Şimdi söyle; hangi yüzle bakalım size...
Dillere destan o ruhu,o aşkı, yeniden anlatın bize...