19 Nisan 2017 Çarşamba

MEHMET ÂKİF’İN ÖNDERLİĞİ 12 Mart ..., Abdullah Çağrı ELGÜN

MEHMET ÂKİF’İN ÖNDERLİĞİ
12 Mart ..., Abdullah Çağrı ELGÜN

27 Aralık büyük şairimiz fikir adamımız Mehmet Âkif’in ölüm yıl dönümüdür. O en büyük aşkla sevdiği, ermek için, vuslat için, tutuştuğu Rab’bi, Âkif’e dünyada en sevdiği varlıkların, vatanının ve milletinin, felaketten felakete sürüklenişini göstermiş, İslâm anlayışına göre onu böyle  denemiştir. Çöküşten önceki iç ve dış buhranları, felâketleri birer birer yaşarken, Âkif gibi, o kara günleri,adeta bir seyir defteri tutarcasına yazan, başka bir şairimiz yoktur.
O’nun yaşadığı günler, her Türk için tekrar tekrar okunması, anlaşılması, hatırlanması gereken bir ibret levhası, onun o günlerdeki fikirleri, bugün yolumuzu ve geleceğimizi aydınlatan bir ışık bir güneştir. 
Âkif’in derdi büyüktür; çünkü Âkif milliyetçidir. Vatanperverdir. Her milliyetçi gibi tehlikeleri önceden görmüş, teşhisi en erkenden koymuş; fakat bu sebeple yalnız kalmıştır.
“Ey millet cehline kurban gidiyorsun!.” derken bu mısraı herkesten önce değil de felâketler tepemize indiği zamanlar, herkesle birlikte söylese idi yanlılıktan, aşırılıktan kurtulur, rahat ederdi. Âkif susup oturmak bir yana tutmuş kafasındakini gönlündekini söylemekle kalmamış, tehlikeyi görmeyenleri tehlike ve hassasiyetlere kendi hassasiyetlerini göstermeyenleri, yakasından tutup sarsarak uyandırmak için büyük çaba harcamıştır.
“Duygusuz kalmak kadar dünyada, lâkin dert yok!
Öyle salgınmış ki mel’un, kurtulan bir fert yok!
Kendi sağlam, hissi ölmüş, ruhu sönmüş milletin,
İşte en korkuncu hüsranın, helâkın, heybetin…”
Nihayet, beklerken felaketler, birbiri ardından ve birbirinden  büyük olarak gelir. Vatan parçaları bir bir elden çıkarken Âkif yine:
“İlâhî son masumun bu topraklardı son yurdu” seslenişiyle haykırırken, bugün: “Son bağımsız Türk devleti!” diyenlere, bazı ağızların yönettiği karalamalara o günden hazırdı…
Nihayet Birinci Cihan Harbi kopar kopmaz Türk yine Türklüğünü ispatlar…
“Asım’ın n eşli diyordun ya nesilmiş gerçek.
İşte, çiğnetmedi namusunu çiğnetmeyecek!..” Ogünlerde binlerce binlerce, on binler, yüzbinlerce şehitlere rağmen, ufuk yine karanlık, istikbal yine felâketlerle dolu görünmektedir; ama MehemetÂkif’in ne gönlü ne aklı ne mantığı bunca şehide sahip, bunca bağrı harap olmuş, yangınlarla  dağlanmış bir davanın yerde kalacağını kabul etmemektedir.
“Hiç bunca şehidin gövdesi yatarken yerde,
Derya gibi kan, sine-i hilkatte titrer de,
Yakmaz mı bu tufan, bu duman, git gide arşı?
Hissiz mi kalır lücce-i rahmet, buna karşı?..”
Âkif artık düşüncelerinde de, hislerinde de tecrübelidir ve tahminlerini bu tecrübe üzerine kurmaktadır. Bu başından geçen ilk felâket değildir. O artık felâketlerin zulmetin sonunda mutlaka aydınlığa çıkılacağından emindir. Olmasaydı,daha önce yaptığı gibi, şimdi de yarı isyan yarı gözyaşı içerisinde bu mısraları söyleyebilir miydi?
“Yarab, bu ne hüsran, İlâhî bu ne zillet?
Mazlumu nedir ezmede, ezdirmede mânâ?
Zalimleri adlin hani, öldürmedi hâlâ?
Cani geziyor dipdiri, can vermede masum!
Suç başkasınındır da niçin, başkası mahkûm?..”
Dizeleri hüsranda zillet de çok sönmemiş, millet ordusuyla eliyle, mütareke denilen  o“kara leke”yi söküp atmış ve Âkif övünerek, güvenerek büyük bir azim ve kararlılıkla şu şiiri haykırmıştır:
“Korkma sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak!”
Mütareke ve manda fikrine şiddetle karşı çıkıyordu...Türkler’in yirmi beş asırdan beri istiklâllerini muhafaza etmiş bir millet oldukları, müsbet bir hakikattir. “Türkler istiklâlsiz yaşayamaz.”Evet, söz Mehmet Âkif’indir!O, Türk varlığını Türkoloji ilminin ortaya koyduğu şekilde, İslâm öncesini de içine alan yedi bin yıllık geçmişi ile kabul edebiliyordu.
Anadolu’da Yunan işgali ve ilk direnişler başlar başlamaz, arkadaşı Eşref Edib’e:“ Haydi hazırlan! Gidiyoruz.!” Demişti Eşref Edib: “Nereye?” sorunca: “Top ve tüfeğin patladığı yere…Artık burada duramıyorum”. Cevabını veriyordu.  Ertesi gün Balıkesir’e giderek Zağanos Paşa Cami kürsüsünde, içeriyi dışarıyı dolduran kalabalığa, Millî Mücadele istikametinde vaaz etmişti. Ali ÇETİNKAYA’nin Ayvalık’ta düşmana ilk direnişi organize etmesi ve halkın galeyan halindeki millî duyguları Âkif’i mest etmiş, ümidini artırmıştı. Bu ilk gidişten sonra, tekrar İstanbul’a döndü. İstanbul’da DarülHikmeBaşkatibi idi. Azlettiler. Herkesin bin bir tereddüt içinde bulunduğu bir mühitte o çoktan kararını vermiş, yerini seçmişti.
İstanbul’un Anadolu ile alâkası kesilince, Anadolu’dan gelen mektubu yerine ulaştırma görevi Akif’indi…Türkler’i yok etmek için başlayan hareketler aleyhinde yazılmış eserleri ve yazıları bastırma ve dağıtma işi, bir din ve vatan borcu idi. İşaret alır almaz da Ankara’nın yolunu tutmuştu. Şubat 1920’de, yani Ankara’da henüz ordu kurulmamışken, Kuvâ-yı Milliye devrinde o Ankara’da idi. İlk Büyük Millet Meclisi’ne Burdur Millet Vekili olarak girdi. Sözleri, şiiri, yazıları dalga dalga vatanın her bucağında; asker, sivil bütün Türkler’in dilinde kulağında idi.
Ya ölmek ya istiklâl sahibi olarak yaşamak hususundaki karar ve kanaati kesindi. Zaferden asla şüpheye düşmedi.
“Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl!” diye haykırdı. Milleti:“Bu hürriyet bu hak bizden bu gün âheng i sây ister.”Diyerek, hürriyet ve istiklâlin bedelini ödemeye çağırdı. O bedel: kan, göz yaşı, alınteri, bilgi ve aşk olarak ödendi. Irkımız ve bayrağımız
izmihlâlden kurtuldu. Şimdi rahatlıkla söylenebilir ki Mehmet Âkif, esas itibariyle fikir ve siyaset olarak, hareket adamıdır. His ve fiilen milliyetçidir. Türk milliyetrçiliği onda, halka doğru İslâmlaşmak, Türkçenin edebiyat dili olarak güzelleşmesi, aktif ahlâk, bünye ile barışık olarak asrileşmek, Monarşiye kaçmayan disiplinli bir hürriyetçilik, olarak beslendi ve takviye güç kazandı.
Bugün onun eseri Safahat, Türk edebiyatının köşe taşlarından biri ve en çok okunan kitabıdır. Bu kitap Türk varlık ve istiklâlinin, muhafazası ve müdafası için, Türk milletinin Müslüman seciyesi için, Türk dilinin yaşaması için en müstahkem, en yakılmaz bir manevî seddidir. Bu sebeple de Türk milliyet ve tefekkürünün ana kitaplarından biridir. Safahat ve İstiklâl Marşı ile donatılmış bir millet, öğretmeni olarak yaşayan Mehmet Âkif, Türk milletinin millî kuvvetine dair, her an seferber ve hazır bir kuvvettir.
Bir millet de ancak öyle kuvvetleri ve manevî siperleri ve sedleri ile ayakta durabilir.

Şiir olarak şaheser, ezelden beri hür yaşamış, ebede kadar da hür yaşama hakkına en lâyık gördüğüm asil milletimin, duygu, düşünce ve temellerini en iyi dile getiren,İstiklâl Marşımızın kabul yıl dönümünü kutluyorum. 27 Aralık 1936’da vefat eden büyük şairimiz ve fikir adamımız Mehmet ÂkifERSOY’u ölüm yıl dönümünde, bir defa daha rahmet ve minnetle anıyor, Allah bize böyle kara günleri bir daha tekrar göstermesin diyorum.