17 Kasım 2016 Perşembe

VATAN SEVGİSİ Abdullah Çağrı ELGÜN

      VATAN SEVGİSİ                                             
                       Abdullah Çağrı ELGÜN
       Bu toprak, bu kara toprak,  bu  ak, bu mor, bu sarı, bu mavi bu yeşil toprak...  Bu toprak, bu vatan toprağı... Bir metre karesinde yirmi beş kişinin kanının sebil olduğu, kemiklerinin çürüyüp  küllendiği bu toprak... Türk`ün  asil kanının, mayasının; bu yer kürenin suyuna,  taşına, toprağına  öz cevher olduğu  bu toprak.
Bu toprak, bu mübarek, bu ulvî, bu yüce, bu aydınlık, bu verimli toprak... Bu mübarek, bu dualı, bu büyülü, bu sevdalı toprak. Evliyalar adağı, veliler, abdâllar, Peygamberler diyarı toprak.
          Bir çekirdeğe yedi; yediye  yetmiş; yetmişe yedi yüz bostan veren toprak... Bir başağa  yedi kat; yedisine yetmiş kat; başak veren gür ve bereketli ürünler veren toprak...
Senin kaynağından su içen al, doru saf kan taylar; senin yeşilliğinde, senin dumanlı dağ yamaçlarında giderir yorgunluklarını... Şahinler alaca kartallar, gök güvercinler hep başı boş sürekler hallinde şen ve şakrak, bülbül ve kanaryalar, el değmemiş çalı diplerinde ve dikenli karamıklarında, alıç ve yabani  armutlarının dallarında oynaşırlar.
Ben, ben kara gözlüm, ben senin o sıcak, humuslu, killi, mor ve kırmızı  taneciklerinle kurulandım. Anamdan doğduğumda seninle tanıştım ve işte ben ey güzel toprak, seninle sarıldım, sarmaş dolaş oldum, seninle belendim beleklere... Sarıldım sırtlara, şeleklere... İlk, seni sevdim. İlk, sana sevdalandım. Morum, alım; allım, karam; kara toprağım, kara sevdalım benim..
Sen sac üstünde kavrulup hazırlanırken, seninle ısındı uzvumun her yanı... Sen, beni en sancılı zamanlarımda, en  sıkıntılı ağlamalarımda, bana döşek oldun, bana belek oldun, bana ilaç oldun... Apış aralarımdaki pişiklerin sancısı, sen etime kuruluk ve serinlik verdiğinde dindi... Vucüdumun o gereksiz kokuları sana sindi, sen "ah!" bile demedin.  Açıyı sen yudumlarken bana sukûn bana huzur, bana neşeyi sen verdin. Beni teskine, beni teselliye, beni sukûna sen davet ettin... Benim bir anam da sendin, babam da… Toprağım, toprak anam... 
Bana süt veren anam, sütünü veren, beni emziren, bani doyuran anam da sendin. Bana kan veren, bana can veren de sen... Beni besleyip büyüten de sen.
İşte şimdi seni niçin bu kadar candan, bu kadar gönülden, bu kadar yürekten  sevdiğimi de anladın.  Seni yâr gibi seni anam gibi seni vatan gibi seviyorum.
Anamı seviyorum; çünkü  anam da vatanım gibi beni koynuna alıp ısıtıyor, sütünü veriyor, beni emziriyor. Ağladığımda karnımı doyuruyor, susadığımda sütünü veriyor; yaralandığımda yaramı sarıyor.
     Anamı seviyorum; çünkü anam da vatanım gibi beni en kötü zamanlarımda, en amansız günlerimde, en çetrefilli dönemlerimde, en içten sevgilerle kucaklayıp bağrına basıyor. Anamı seviyorum; çünkü " ana gibi yâr, vatan gibi diyar olmaz" diyen atalarımın yılların süzgecinden, inbiğinden geçerek gelen, bana benliğimi hatırlatan sözleri, bana, beni hatırlatıyor.
     Ben  anamı seviyorum; çünkü anasını seven  vatanını sever. Anasını seven milletini sever. Anasını seven bayrağını sever, anasını seven milletini, anasını seven devletini sever. Ben anamı, vatanımı seviyorum...
O "yavrum!.." sözündeki iki hecede büyüleyici bir sıcaklık buluyorum. Bu iki hecede gizli, cennet kevserinin yudumundaki lezzeti duyuyorum.
   Ben anamı seviyorum; çünkü varmak istediğim yer, vaad edilen yer  cennet, benim anamın ayaklarının altında duruyor. Ben anamın dizlerinde Tuğba’nın dallarında yemişler yerken, Kevser’inde susuzluğumu dindiriyorum. Ben anamı seviyorum; çünkü anam  canım, anam kanım, anam toprağım; ve anam benim vatanımdır...
KAYNAKLAR:
1) KUTAY Cemal , Tarih Sohbetleri c.IV )
2) ERGİN Muharrem, Orhun Abideleri, Kültür Bakanlığı Yay. 1999, Ankara
3) ERGİN, Muharrem, Dedekorkut Hikâyeleri, Kültür Bakanlığı Yay. 1990, Ankara
4) GADRON, Geza, Galibolu
5) ERAVŞAR Hamza, Avrupa Türklerinin Mukadderatı, Yumak Yayınları,s.127-140, Ankara 1999