4 Nisan 2016 Pazartesi

BAŞBUĞ ALPASLAN TÜRKEŞ’İN ÖZLÜ SÖZLERİ Abdullah Çağrı ELGÜN


BAŞBUĞ ALPASLAN TÜRKEŞ’İN ÖZLÜ SÖZLERİ

Hepiniz birer Türk Bayrağı'sınız. Bayrağı lekelemeyin, kirletmeyin yere düşürmeyin.

Bölünme kabul etmez, kutsal bir bütün halinde, Büyük Türkiye'yi yeniden inşa edeceğiz...

Emirlere, mutlak itaat lâzımdır. Laubali, gevşek, disiplinsiz, metodsuz kimselerle dâvamız yürümez. Her şeyde örnek olmak lâzımdır.

Millî kalkınmamızı gerçekleştirmek, her Türk ferdini hür yapabilmek için Türk Milletini yeniden kurmak zorundayız. Vatandaşlarımız arasında parti, mezhep, ırk ve bölge farkı gözetmeksizin, karşılıklı sevgi ve saygıya dayanan bağlar dokuyacağız.

Başarı için muntazam, plânlı çalışma yapmak lâzımdır. Son nefesimizi verinceye kadar çalışacağız!..

Cesaret, yüreklilik, atılganlık olmayan hiçbir dâva başarıya ulaşamaz.

Alınan görevleri yapmak ve yapıldığını takip etmek lâzımdır. Millet hayatında başarı, devamlılığa bağlıdır.

Kendinizi küçük görmeyiniz. Sizler büyük kuvvetsiniz. Vazifenizi hiçbir zaman unutmayınız!.. Kuvvet birliktir. Dâvamızın geleceği birliktedir. Birlik, beraberlik içinde olmaktır.

Komünist sistemlerde, halkın esaret altında oluşunun sebebi, bir mülk sahibi olamamasıdır.
Hürriyetin tek garantisi, mülkiyettir.

Bizim savunduğumuz Dokuz Işık'çı sistemin hedefi, Türk Milletinin her ferdini, mülk sahibi yapmaktır.

İnsanlık âleminin, en şerefli bir ailesi, Türk Milletidir. Dokuz Işık demek, Türk Ülküsü demektir.

Türk töresi, Türk ülküsünün ayrılmaz parçasıdır.

"Ülkü"süz insan, çamurdan farkı olmayan bir varlıktır!..

İslâmiyeti ele alıp Türklüğü inkâr etmek, ihanettir; bunun tersi de aynı derecede gaflet ve ihanettir.

Türkün en önemli vasfı teşkilâtçılığıdır.

İnsanlar; yoksulluğa, açlığa, susuzluğa tahammül ederler; fakat adaletsizliğe, hor görülmeye, aşağılanmaya ASLA müsaade ve müsamaha etmezler.

Ahlâkçılık anlayışımız, Türk Ahlâkı ve Müslümanlık inancından meydana gelmiştir.

Türk töresinin bir diğer şartı da haddini bilmektir! Haddini bilmek: Ne kendinizi dev aynasında göreceksiniz ne herkese yukarıdan bakacaksınız ne de kendinizi aşağıdan göreceksiniz; aşağıdan bakacaksınız...

Türk Töresinin, bir şartı da yüksek vazife duygusudur. Vazifeyi her ne pahasına olursa olsun yapmaktır!..  Diğer bir şart, toplum uğrunda her çeşit fedakârlığı yapmaktır! Millete hizmet yolunda, şahsî menfaatlerden, şahsî zevklerden feragattir! Vazgeçmektir!.. Kişiler, kendilerini millet için feda ederler. Türk Milleti'nin büyüklüğü, böyle yükselecektir. Onu sizler yaşatacak, sizler yükselteceksiniz. Türk Töresinin, en önemli bir gereği de sır saklamaktır. Sır saklamak!..

Bir fikre, bir ideolojiye, kendisinden daha üstün bir fikir ve ideoloji ile karşı çıkılabilir. Hiç bir karşı fikir, kaba kuvvetle ezilemez!..

TÜRKLÜK bedenimiz, İslâmiyet ruhumuzdur; ruhsuz beden ceset olur.

Fikir, iman, ülkü aşkı... İnsanları güçlü yapan bu ideallerdir...


Türkçüler Günü olan: "3 Mayıs (1944)" büsbütün ayrı bir düşüncenin sonucudur. İç düşman olan, kılık değiştirerek milletin içine giren ve hükumetin gafletinden yararlanan Komünizme karşı Türkçü gençlerin bir uyarma yürüyüşüdür...

Milletler, yabancı kuvvetlerin orduları ve diğer maddî güçleri tarafından yok edilmeden önce, manevî ve fikir güçleri tarafından, esaret atına alınırlar... Böyle bir toplumun, esir ve yok olması kesin hale gelir!..

Türk Devletinin yenilmez, zinde hayat gücü ve Türk Milletinin teminatı ve istikbali, gençliktir!..


Türk aydınları için Batı'nın sığınması olmak, bir ideal olarak benimsenmiştir. Milletimiz için bundan korkunç felaket düşünülemez!..



Davalarımızın çözümü, kendimize dönmek, sarsılmaz bir birlik halinde el ele vermek; ve geceli gündüzlü çalışmaya girişmekle mümkündür...

Gençliğimizi, büyük bir savaş beklemektedir. Bozgunculuğa, tembelliğe, ahlâksızlığa, cehalete, yalancılığa karşı, büyük bir savaş...

Ülkücüler, insanlık âlemi içinde, ne uşak olmayı ne de başkalarını uşak olarak kullanmayı, kabul etmeyen, şerefli bir bayrağın taşıyıcısıdır.

KAYNAK: (MHP RESMİ SİTESİNDEN)

http://www.mhp.org.tr/htmldocs/basbug/ozlu/mhp/basbugumuzun_ozlu_sozleri.html

1 Nisan 2016 Cuma

“GÖZYAŞI” Şiirimin Öyküsü... Söz Yazarı, Edebiyatçı – Şair, Şakir SUSUZ

GÖZYAŞI” Şiirimin Öyküsü

Söz Yazarı, Edebiyatçı
Şair, Şakir SUSUZ
TRT Ankara Radyosunda bir arkadaşımı ziyarete gitmiştim.
Odasında hal, hatır sorup, muhabbet ederken; cep telefonuyla bir hanımla konuşmaya başladı ve benim iznimi almadan:
“Gonca Hanım” (takma)
“Efendim”
“Burada 4-5 yıldır tanıdığım bir arkadaşım beni ziyarete gelmiş, sağ olsun, oturup çay içiyoruz. Şu anda tam karşımda gülümsüyor, şimdi beni dinle, ben diyorum ki; bu arkadaşımla sen de tanış. Kendisi ince ruhlu, yufka yürekli, kibar olduğu gibi aynı zamanda şair, yazar, kitapları vardır. Eğer müsaade ederseniz sizin numaranızı ona, onun numarasını da size vermek istiyorum. Böylece tanışmış olursunuz.”
“Evet” dedi, teşekkür edip, numaramı adından söz ettiği Gonca hanıma, onun cep telefonunun numarasını da bana verdi.
Aradan bir hafta geçti, arkadaşım beni cepten aradı. Gonca hanımla görüşüp görüşmediğimi sordu. Bende kendisine böyle hallerde ‘pek aceleci’ olmadığımı, hazine bulmuş gibi hemen peşlerine düşüp rahatsız etmediğim gibi eninde sonunda merak edip onların beni aramasını beklediğimi söyledim.
Bir hafta daha geçti, telefonum çaldı.
“Şakir bey, ben Gonca. Tanımadığım halde sîzi rüyamda gördüm, tanımak istiyorum. Nasılsınız?” diye hal hatır sorduktan sonra ben:
“Görüşelim”
“Nerede?”
“Siz nereyi isterseniz.”
“Cemre Parkı nasıl?”
“Uygundur” dediğimde “Saatiniz kaç?
“On kırk beş.”
“Tam oniki de buluşalım” dedi ve kapattı.
İlk kez buluşacağım birisiyle nezih bir yerde oturup konuşmayı düşünürken parka yakın olan bir bankaya uğradım, Banka işlemim bitmek üzereydi ki telefonum çaldı, saate baktığımda 12.00’yi çoktan geçtiğini fark ettim.
Hızla yürüyerek Cemre Parkı’na indim. Hiç görmediğim bayanın nasıl biri olduğunu düşünüyor, yabancısı  olmadığım parkta aramadan,sormadan elimle koymuş gibi bulmak istiyordum.
Parkın kenarına dikildim, bir çok insanın o tarafa, bu tarafa doğru gezdiğini gördüm. İnsanların tümüne göz attım. Dikkatimi çeken şüpheli bir bayan sırtını bu insanlara, yönünü parkın sıralanmış yeşil ağaçlarına dönmüş, saçları siyah, kot takımlı bir bayan oturuyor. Kimseye ne bakıyor, ne de yönünü dönüyor. ‘Bu o bayan olmalı’ deyip yanına yaklaştım, bir süre yanında dikildiğim halde dönüp ‘bu kim?’ demiyordu.
Sırtı dönük bayan avucunda ki çekirdekleri çitliyordu. Eğilip yüzüne baktım; esmer tenliydi, 36-37 yaşlarında gösteriyordu.
“Gonca hanım!” diye seslendim. Bana doğru bakıp ;
“Nereden bildiniz?” dedi ve kalkıp;
“Merhaba” dedi.
“Nerede oturacağız? Burası benim için güvenli değil”
“Siz nereyi isterseniz oraya gidelim” dedim. Parktan çıktık cadde boyunca kaldırımlarda yürüyüp, bir pastanenin önünde durdu:
“Burada oturalım” dedi. Belli ki; çevresinden çok korkuyordu. Masaya oturur oturmaz, bir sigara yakıp, bir de bana uzattığında;
“Kullanmam”
“Ne güzel”
“Eee, tekrar merhaba! Ne iş yaparsınız?”
“Yazıyorum, tüm şiirlerimi sırasıyla kitaplaştırıyorum.”
“Bununla mı geçiniyorsunuz?”
“Hayır, bir kurumdan emekliyim”
“Oooo, ballı böreklisin. Kitaplarınızdan yanınızda varsa bir tanesini adıma imzalar mısınız?”
“Tabii!” diyerek birine o bakarken, ben diğerini imzaladım, Gonca Hanıma baktığımda kitabı kapatıp masaya koyduğunu, gözlerinden yağmur gibi yaşların döktüğünü gördüm. Her zaman çantamda bulundurduğum kâğıt mendili çantamdan çıkarıp verdim, arkasından bir tane daha, bir tane daha... Dayanamayıp sordum:
“Hayrola? N’oldu birdenbire?”
“Benden daha gözüyaşlı yok derdim. Sen beni de geçtin”
“Özür dilerim, sizi rahatsız ettim.”
“Doluyum, kusura bakmayın! Kitabının herhangi bir sayfasını açmıştım. Derdimi deşen dizelere rastladım.”
Neresi? Tekrar aynı sayfayı açar mısınız?” dedim, bir süre sonra arayıp buldu.
Halk müziği sanatçılarından Cihat Yaman’ın uzun hava olarak kasetine okuduğu, sözleri bana ait olan şiirdi;
 
“Yine yollarımı duman bürüdü,
Şaşırdım dostlarım nasıl edeyim?
Her yanımı dertler aldı yürüdü,
Şaşırdım dostlarım nasıl edeyim?

Bulutlar kaynadı, hava bozuyor,
Yare gidem dedim; yollar tozuyor,
Zalim felek yine ferman yazıyor,
Şaşırdım dostlarım nasıl edeyim?

Bu dizeleri yazarken aynısını bende yaşıyorum.
Doğrudur, sakinleşmişti, elinde doldurulmuş şans kuponları vardı:
“Benim işim bunlara kaldı”
“Bunun ücreti benden olsun müsaade ederseniz” dedim.
İki saate aşkın oturup karşılıklı konuştuk. Kalkıp dışarı çıktığımızda:
“Buradan ayrılıyoruz” dedi sarıldı, öptü, öylece bir müddet durup ‘bir daha bir araya gelip buluşma’ düşüncesiyle ayrıldık..
Ben bu olayı bir hafta unutamadım ve ‘GÖZYAŞI’ şiirini yazıp bir başka zaman arayıp bir adette Gonca Hanıma verdim.
Şiiri okuyunca;
“Bu şiir türkü olur” dedi.
Gerçekten de kaset yapan türkücü bir üstadın dikkatini çekti, bir nüsha da o sanatçı aldı.