20 Şubat 2016 Cumartesi

BÜYÜK ORTADOĞU ve KAFKASYA Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN

BÜYÜK ORTADOĞU ve KAFKASYA
Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN

Bütün dünya yeni bir büyük savaşa doğru sürüklenmektedir. Sanki Üçüncü Dünya Savaşı öncesini yaşıyormuşuz gibi bir hava var. Birinci Dünya Savaşı ile beraber Filistin'e girmeye başlayan Yahudi nüfusu, daha sonraları İkinci Dünya Savaşı’nın yaratmış olduğu ortamdan yararlanarak Orta Doğu'da İsrail Devletini iki bin yıl sonra yeniden kurabilmişlerdir. Soğuk savaş döneminin koşullarından yararlanarak, yeni yerinde tutunmayı başaran bu Yahudi devleti, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra ortaya çıkan otorite boşluğunda kendisinin merkezde olduğu yeni bir plânı uygulamaya başlamıştır. Kudüs'ün yanı başındaki Sion tepesini dünyanın merkezi yapmayı ve burada bütün dünyayı yönetecek bir kale oluşturmayı kutsal bir amaç olarak kendilerine hedef seçenlerin, Tevrat'ta dile getirilen Fırat ve Nil arasında kalan vaadedilmiş toprakları yavaş yavaş işgal etmeye başladıkları görülmektedir.
İngiliz yönetimi altında Filistin'den toprak satın alarak bu bölgeye gelenlerin, ayrı bir devlet kurma konusunda İngilizler ile kavgaya sürüklenince Londra'dan vazgeçerek New York'a taşındıkları ve buradan dünyaya egemen olma hazırlıklarını yürüttükleri yirminci yüzyılın tarihi incelenirse ortaya çıkmaktadır. Arkasına ABD gücünü alan Siyonist lobinin, daha sonraları Avrupa'da Hitler olgusunu Sion plânı doğrultusunda kullanılmayı başardığı görülmüş ve Hitler'den korkan dünya Yahudileri’nin bir kısmı İsrail'e göçetmişlerdir. İkinci Dünya Savaşı sonrasında ilk kez Filistin'de Yahudi nüfus Arap nüfusu geçince, Siyonistler ABD baskıları ile İkinci Dünya savaşı sonrasında Ortadoğu'da bir Yahudi devleti olarak İsrail'in kurulmasını Birleşmiş Milletler kararı ile başlamışlardır.
Doğu ve Batı blokları arasındaki dengelerden yararlanarak Ortadoğu'ya yerleşen Yahudiler daha sonraları ülkelerinde sağlam bir yapı kurmaya öncelik vermişler, bunu on yıl içinde başardıktan sonra da bölgede genişlemek için her on yılda bir Arap komşuları ile savaşmışlardır. ABD desteği ve zengin Yahudi lobilerinin her türlü yardımlarından yararlanan İsrail, üç tarafı Arap ve Müslüman nüfus ile çevrilmiş bir bölgede güçlü bir ülke olarak ayakta kalabilmek için sürekli olarak genişlemenin yollarını aramış ve bu nedenle de Filistinliler’in yaşamakta olduğu bölgeleri zaman içerisinde askerî işgal yolu ile elde etmiş ve İsrail'in sınırlarını genişletmiştir. Bu nedenle de, İsrail'in kurulmasından sonra Ortadoğu bir türlü barışa kavuşamamıştır.
FİLİSTİN DEVLETİ’NİN KURULMASI ile BİR TÜRLÜ
BARIŞA KAVUŞAMAMIŞ ORTADOĞU
Sovyetler Birliği dağılırken, bunun yerine Avrupa Birliği’nin oluşmaya başlaması, bu doğrultuda, Avrupa'nın önde gelen ülkelerinin Almanya’nın öncülüğünde doğuya doğru gelişme projelerine yönelmelerine neden olmuştur. Almanya'nın bir büyük güç olarak tarih sahnesine çıkışı ile beraber gündeme gelen “Ostpolitik” yâni “Doğu Politikası” alanı içerisine bütün Ortadoğu'da girdiği için, Alman-Yahudi kavgasının Ortadoğu’ya taşınmasını önlemek isteyen İsrail kendi lobilerinin baskısı ile ABD'nin gücünden yararlanarak bütün Ortadoğu'yu ele geçirmenin plânlarını yapmıştır. Siyonizmin büyük plânına göre, Yahudiler’in Ortadoğu'da bulunabilmeleri için kesinlikle Büyük İsrail Devleti’nin kurulması gerekmektedir. Küçük İsrail ile Ortadoğu'ya egemen olmak mümkün olamayacağı için Büyük İsrail’i kurarak bütün Ortadoğu devletlerini böylesine bir siyasal yapının içerisinde Kudüs merkezli bir yönetimin egemenliği altına almak Yahudiler açısından zorunlu görünmektedir. Kurulduğundan bu yana yâni yarım yüzyıldır, İsrail devleti böylesine bir çaba içerisinde görülmektedir. İsrail'in kurulması ile beraber kuzeyindeki Lübnan'ın bir terör merkezi hâline dönüştürülmesi İsrail yayılmacılığına yardımcı olmuştur. Lübnan üzerinden terörün bütün bölge ülkelerine ihraç edilmesi bölgede her ülkeyi istikrarsızlığa sürüklemiş, bölge ülkeleri terör ile uğraşırken İsrail, bütün bölge ülkelerinde siyasal ve ekonomik açılardan üstünlüğü ele geçirmiştir. Şimdi artık bu üstünlüğün kullanılarak yeni bir büyük bölge devleti kurulması aşamasına gelindiği görülmektedir.
Türkiye'de bu süreçte payına düşenleri almıştır. Kamuoyu sürekli Avrupa Birliği’ne üyelik ile uğraştırılırken, Ortadoğu'ya yönelik bütün Amerikan ve İsrail plânları Türkiye üzerinden yürütülmüştür. Türkiye böylesine bir süreçte Kıbrıs'a müdâhale ederek adanın Avrupa'nın eline geçmesini önlemiş ve dolaylı olarak İsrail'e yardım etmiştir. İsrail karşı kıyısı olan Kıbrıs'ta bir Hıristiyan ya da Avrupa egemenliğine kendi güvenliği için tehlike olarak gördüğü için Türkiye'de lobisi ile Türkiye'nin Kıbrıs Askerî Harekâtı’nı desteklemiştir. Ayrıca soğuk savaş döneminin gerginleri sürecinde Türkiye gene üç kez askerî yönetime sürüklenmiştir. Bu askerî yöntemlerin Türkiye'de işbaşına gelmesinde daha çok Ortadoğu merkezli güç kavgasının öne geçtiği görülmekte, ABD ve İsrail'in Türkiye'yi Doğu Bloku’na ve Avrupa kıtasına karşı kalkan olarak kullanmak istediği aşamalarda askerî yönetimlerin devreye girdiği görülmektedir. Soğuk savaş ve küreselleşme dönemlerinde Türkiye'nin yaşadığı olayların büyük çoğunluğu Ortadoğu merkezli yeni yapılanma girişimleridir. Bu süreçte İsrail lobilerinin ABD aracılığı ile Türkiye'yi yönlendirdiği artık açıkça anlaşılmıştır.
Ortadoğu denilen bölge aslında jeopolitik olarak dünyanın merkezidir. Yahudiler dünyanın merkezini ele geçirerek, Sion tepesinde dünyanın Kabesi’ni inşa ederek, Ortadoğu üzerinden bütün Bütün dünya yeni bir büyük savaşa doğru sürüklenmektedir. Sanki Üçüncü Dünya Savaşı öncesini yaşıyormuşuz gibi bir hava var. Birinci Dünya Savaşı ile beraber Filistin'e girmeye başlayan Yahudi nüfusu, daha sonraları İkinci Dünya Savaşı’nın yaratmış olduğu ortamdan yararlanarak Orta Doğu'da İsrail Devletini iki bin yıl sonra yeniden kurabilmişlerdir. Soğuk savaş döneminin koşullarından yararlanarak, yeni yerinde tutunmayı başaran bu Yahudi devleti, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra ortaya çıkan otorite boşluğunda kendisinin merkezde olduğu yeni bir plânı uygulamaya başlamıştır. Kudüs'ün yanı başındaki Sion tepesini dünyanın merkezi yapmayı ve burada bütün dünyayı yönetecek bir kale oluşturmayı kutsal bir amaç olarak kendilerine hedef seçenlerin, Tevrat'ta dile getirilen Fırat ve Nil arasında kalan vaadedilmiş toprakları yavaş yavaş işgal etmeye başladıkları görülmektedir.
İNGİLİZ YÖNETİMİNDEKİ FİLİSTİN'DEN TOPRAK SATIN ALAN İSRAİL

İngiliz yönetimi altında Filistin'den toprak satın alarak bu bölgeye gelenlerin, ayrı bir devlet kurma konusunda İngilizler ile kavgaya sürüklenince Londra'dan vazgeçerek New York'a taşındıkları ve buradan dünyaya egemen olma hazırlıklarını yürüttükleri yirminci yüzyılın tarihi incelenirse ortaya çıkmaktadır. Arkasına ABD gücünü alan Siyonist lobinin, daha sonraları Avrupa'da Hitler olgusunu Sion plânı doğrultusunda kullanılmayı başardığı görülmüş ve Hitler'den korkan dünya Yahudileri’nin bir kısmı İsrail'e göçetmişlerdir. İkinci Dünya Savaşı sonrasında ilk kez Filistin'de Yahudi nüfus Arap nüfusu geçince, Siyonistler ABD baskıları ile İkinci Dünya savaşı sonrasında Ortadoğu'da bir Yahudi devleti olarak İsrail'in kurulmasını Birleşmiş Milletler kararı ile başlamışlardır.
Doğu ve Batı blokları arasındaki dengelerden yararlanarak Ortadoğu'ya yerleşen Yahudiler daha sonraları ülkelerinde sağlam bir yapı kurmaya öncelik vermişler, bunu on yıl içinde başardıktan sonra da bölgede genişlemek için her on yılda bir Arap komşuları ile savaşmışlardır. ABD desteği ve zengin Yahudi lobilerinin her türlü yardımlarından yararlanan İsrail, üç tarafı Arap ve Müslüman nüfus ile çevrilmiş bir bölgede güçlü bir ülke olarak ayakta kalabilmek için sürekli olarak genişlemenin yollarını aramış ve bu nedenle de Filistinliler’in yaşamakta olduğu bölgeleri zaman içerisinde askerî işgal yolu ile elde etmiş ve İsrail'in sınırlarını genişletmiştir. Bu nedenle de, İsrail'in kurulmasından sonra Ortadoğu bir türlü barışa kavuşamamıştır.
Sovyetler Birliği dağılırken, bunun yerine Avrupa Birliği’nin oluşmaya başlaması, bu doğrultuda, Avrupa'nın önde gelen ülkelerinin Almanya’nın öncülüğünde doğuya doğru gelişme projelerine yönelmelerine neden olmuştur. Almanya'nın bir büyük güç olarak tarih sahnesine çıkışı ile beraber gündeme gelen “Ostpolitik” yâni “Doğu Politikası” alanı içerisine bütün Ortadoğu'da girdiği için, Alman-Yahudi kavgasının Ortadoğu’ya taşınmasını önlemek isteyen İsrail kendi lobilerinin baskısı ile ABD'nin gücünden yararlanarak bütün Ortadoğu'yu ele geçirmenin plânlarını yapmıştır. Siyonizmin büyük plânına göre, Yahudiler’in Ortadoğu'da bulunabilmeleri için kesinlikle Büyük İsrail Devleti’nin kurulması gerekmektedir. Küçük İsrail ile Ortadoğu'ya egemen olmak mümkün olamayacağı için Büyük İsrail’i kurarak bütün Ortadoğu devletlerini böylesine bir siyasal yapının içerisinde Kudüs merkezli bir yönetimin egemenliği altına almak Yahudiler açısından zorunlu görünmektedir. Kurulduğundan bu yana yâni yarım yüzyıldır, İsrail devleti böylesine bir çaba içerisinde görülmektedir. İsrail'in kurulması ile beraber kuzeyindeki Lübnan'ın bir terör merkezi hâline dönüştürülmesi İsrail yayılmacılığına yardımcı olmuştur. Lübnan üzerinden terörün bütün bölge ülkelerine ihraç edilmesi bölgede her ülkeyi istikrarsızlığa sürüklemiş, bölge ülkeleri terör ile uğraşırken İsrail, bütün bölge ülkelerinde siyasal ve ekonomik açılardan üstünlüğü ele geçirmiştir. Şimdi artık bu üstünlüğün kullanılarak yeni bir büyük bölge devleti kurulması aşamasına gelindiği görülmektedir.
Türkiye'de bu süreçte payına düşenleri almıştır. Kamuoyu sürekli Avrupa Birliği’ne üyelik ile uğraştırılırken, Ortadoğu'ya yönelik bütün Amerikan ve İsrail plânları Türkiye üzerinden yürütülmüştür. Türkiye böylesine bir süreçte Kıbrıs'a müdâhale ederek adanın Avrupa'nın eline geçmesini önlemiş ve dolaylı olarak İsrail'e yardım etmiştir. İsrail karşı kıyısı olan Kıbrıs'ta bir Hıristiyan ya da Avrupa egemenliğine kendi güvenliği için tehlike olarak gördüğü için Türkiye'de lobisi ile Türkiye'nin Kıbrıs Askerî Harekâtı’nı desteklemiştir. Ayrıca soğuk savaş döneminin gerginleri sürecinde Türkiye gene üç kez askerî yönetime sürüklenmiştir. Bu askerî yöntemlerin Türkiye'de işbaşına gelmesinde daha çok Ortadoğu merkezli güç kavgasının öne geçtiği görülmekte, ABD ve İsrail'in Türkiye'yi Doğu Bloku’na ve Avrupa kıtasına karşı kalkan olarak kullanmak istediği aşamalarda askerî yönetimlerin devreye girdiği görülmektedir. Soğuk savaş ve küreselleşme dönemlerinde Türkiye'nin yaşadığı olayların büyük çoğunluğu Ortadoğu merkezli yeni yapılanma girişimleridir. Bu süreçte İsrail lobilerinin ABD aracılığı ile Türkiye'yi yönlendirdiği artık açıkça anlaşılmıştır.
Ortadoğu denilen bölge aslında jeopolitik olarak dünyanın merkezidir. Yahudiler dünyanın merkezini ele geçirerek, Sion tepesinde dünyanın Kabesi’ni inşa ederek, Ortadoğu üzerinden bütün dünyaya egemen olmak istemektedirler. Önceleri İngiliz İmparatorluğu’nu kullanan Yahudi lobilerinin şimdilerde Amerika Birleşik Devletleri’ni kullandığı görülmektedir. İngiltere ile kavga eden İsrail'in yakında Amerika ile de başının derde girmesi kaçınılmazdır. İngiltere ve İsrail nasıl ki, bir aşamadan sonra ayrı çıkarlarla kendi ulusal çizgilerinde hareket ederek ters düşmüşlerse aynı çıkmazın önümüzdeki dönemde Amerika ve İsrail arasında da meydana geleceğini söylemek mümkündür. Nitekim şimdiden Hıristiyan Amerikan nüfusunun İsrail'in çıkarları uğruna ABD'nin savaşa sürüklenmesine isyân ettiği görülmektedir. Amerikalı Katolik ve Protestan lobilerle yıllardır ABD'nin dış politikasını yönlendirmede çekişen ve kavga eden İsrail lobisi sonunda kendi Siyonist hedeflerine kabul eden bir işbirlikçi Hıristiyan tarikatı olarak Evanjelikleri desteklemiş ve Hıristiyan oylarının evanjeliklere kaymasını sağlayarak Hıristiyan görünümlü bir işbirlikçi Siyonist Hıristiyan kadronun ABD'nin başına gelmesini sağlamıştır. Neocon adı verilen yeni muhafazakârların çoğunluğu Tevrat’taki kutsal toprakların İsrail'in denetimine geçmesini savunmaktadırlar. Böylece, ABD'de İsrail lobisi çok rahat biçimde bütün Amerika’yı, İsrail'in çıkarları doğrultusunda, Ortadoğu'da kullanılabilmektedir. Türkiye üzerindeki ABD baskısı da gene aynı İsrail lobilerince yönlendirilmektedir. Türkiye'deki büyükelçilerin büyük çoğunluğunun Yahudi asıllı olmalarının bu durumun bir göstergesi olduğu artık iyice anlaşılmaktadır.
“BÜYÜK ORTADOĞU” STRATEJİSİ
Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra Fas'ın başkenti Rabat'ta toplanan zirve toplantısı ile İsrail'in “Büyük Ortadoğu” stratejisi başlamıştır. Ortadoğu’nun Arap ve Müslüman ülkelerine karşı, İsrail Büyük Ortadoğu adı altında daha geniş bir stratejiye yönelirken yalnızca Ortadoğu ile yetinmemekte, Kuzey Afrika, Balkanlar ve Kafkaslar'ı da Büyük Ortadoğu'nun sınırları içerisine dahil etmektedir. Bu bölgelerin hepsinin eski Osmanlı ülkesinin parçaları olduğu dikkate alınırsa, “Büyük İsrail” devleti “Büyük Ortadoğu” adı altında eski Osmanlı hinterlandında kurulmak istenmektedir. Bu nedenle son günlerde fazlasıyla “Yeni Osmanlıcılık” konuları tartışılmaya başlanmıştır. Türkiye devleti cumhuriyetin misak-ı millî politikalarından kaydırılarak eski Osmanlı bölgelerine doğru yönlendirilmek istenmektedir. İsrail, ABD'yi kullanarak Türkiye'yi ve Türk ordusunu eski Osmanlı ülkelerini yeniden ele geçirmede kullanmaya çaba göstermektedir. Bu doğrultuda Irak'a asker gönderme kararı aldırılmıştır. Irak gerekçesi ile Türk ordusunun millî sınırlar dışına çıkması sağlanarak, eski Osmanlı hinterlandında, İsrail'in çıkarları uğruna bir büyük maceraya Türkiye alet edilmek istenmektedir.
İngiltere ve Amerika'yı kullanarak bu duruma gelen İsrail artık bir bölge ülkesi olarak Türkiye'yi kullanarak yoluna devam etmek istemektedir. Büyük Ortadoğu görünümü altında Büyük İsrail devleti, Yahudi lobilerinin çıkarları doğrultusunda Türkiye'ye kurdurulmak istenmektedir. Bu süreç içerisinde Türkiye'nin seksen yıllık cumhuriyet birikimi de uygulanan politikalarla tasfiye edilmekte, Türkiye İsrail'in istediği yeni Osmanlılı yapılanmasına dönüştürülmektedir. Aslında bu bölgede yaşayan Hıristiyan nüfuslar da yeni Bizans kuruluyor denilerek bu proje çerçevesinde yönlendirilmektedir. Yeni Osmanlı ya da Bizans sözleri Büyük İsrail projesini Müslüman ve Hıristiyan bölge halklarına benimsetmek için kullanılmaktadır. Böylece Yahudiler’in Siyonist plânlarına diğer dinlerin karşı çıkması önlenmeye çalışılmaktadır.
Büyük İsrail projesinin, Ortadoğu sonrasındaki ana hedefi Kafkasya’yı ele geçirmektir. Geleceğin petrol ve doğal kaynaklar bölgesi olarak öne çıkmakta olan Hazar havzasının yeniden Ruslar’a bırakılması ya da Avrupa ile Asya'nın büyük ülkesi olan Çin'in kontrolü altına geçmesini önlemek için kesinlikle Kafkasya'nın Büyük Ortadoğu bölgesinin içine alınması gerekmektedir. Hazar İmparatorluğu döneminde Kafkasya bir büyük siyasal yapılanmanın merkezi olmuştu. Hazarlar’ın yıkılmasından sonra ne Müslümanlar ne de Ruslar Kafkasya merkezli yeni bir büyük siyasal yapılanmaya izin vermemişlerdir. Sovyetler Birliği döneminde Kafkasya'nın bağlama limanı Moskova olmuştu, şimdilerde İsrail merkezli bir büyük Ortadoğu yapılanmasında Kafkasya'nın bağlama limanının Kudüs olacağı görülmektedir. İstanbul merkezli yeni bir yapılanma olmazsa, Avrupa Birliği’nin Kafkas ülkelerini üye yapması gerçekleşmezse, İsrail Büyük Ortadoğu yapılanmasının sınırları içerisinde Kafkasya'yı da denetimi altına alacaktır. Sovyetler’in yıkılmasından sonra bağımsız kalan Güney Kafkasya Cumhuriyetleri’nde İsrail lobileri ekonomiyi ele geçirmiştir. Azerbaycan ve Gürcistan'da sağladıkları ekonomik üstünlüğü şimdilerde siyasal amaçlı olarak kullanma aşamasına gelmişlerdir. Bu doğrultuda Ermenilerle barışmak ve işbirliği yaparak Ermenistan'ı ABD, Rusya, İran ve Fransa etkisinden kurtarmak üzere ciddî İsrail politikalarının gündeme geldiği görülmektedir. Güney Kafkasya devletleri ile kurulacak olan yakınlaşmayla Kafkasya halkları, İsrail tarafından Ortadoğu'nun Arap ve Müslüman halklarını dengelemek açısından kullanılacaktır. Kafkasya ile yakınlaşmak ve Ortadoğu'nun sınırlarını Kafkasya'yı içine alacak kadar genişletmek İsrail için Arap ve Müslüman Ortadoğu çoğunluğuna karşı bir anlamda kurtarıcı olmaktadır. İsrail kendi çıkarları açısından Kafkasya ile Ortadoğu’yu dengelemenin hesaplarını yapmaktadır.
ÇEÇENLERİ KULLANMASI ve RUS ÇEÇEN SAVAŞI’

Kafkasya'nın geleceği Ortadoğu'ya doğru kayarken, Kuzey Kafkasya'nın konumu değişmektedir. Hâlen devam eden Çeçen Savaşı’nın sürmesinde İsrail lobilerinin desteği artık açığa çıkmıştır. Çeçen savaşı ile Rusları Kafkasya'nın kuzeyinde oyalayan İsrail lobileri Ruslar’ın yeniden Gürcistan üzerinden Güney Kafkasya'ya dönmelerini engellemektedirler. Bu durum Kafkasya Kuzey ve Güney olarak yeniden ikiye bölünmekte ve gelecekte Kafkasya'nın bölgesel bir bütünlüğe kavuşmasına izin verilmemektedir. Çeçenler’in bağımsızlık savaşına kalkışmasında çok etkin olan Groznili Yahudiler daha sonraları İsrail'e göç ederek Çeçenler’i yalnız bırakmış ve bir anlamda Ruslar’ın bu ülkede katliam yapmalarına giden yolun açılmasına neden olmuşlardır. Avrupa ve Amerika'da etkin olan Yahudi lobileri Çeçenler’i sürekli olarak Rusya ve Putin üzerinde bir denge unsuru olarak kullanmışlardır. Rusya ve Putin onların isteklerine uyduğu zaman Çeçenler’i görmezden gelmişler, Rusya ve Putin ile karşı karşı kaldıkları zaman Çeçenler’i Ruslar’a karşı kışkırtarak kullanmışlardır. Okumuş ve aydın insanlarını yitiren Çeçenler ise bu çıkmazda, yeni dünya düzeninin Büyük Ortadoğu devleti kurucularının oyunlarına kurban giderek Rus emperyalizmine karşı onların kullandığı bir silâh konumuna sürüklenmişlerdir. Putin'in ABD'nin Irak seferine karşı çıktığı aşamada Moskova tiyatrosunda Çeçen eyleminin yapılmasında ABD ve İsrail lobilerinin emrindeki dünya güçlerinin rolü açıkça belli olmaktadır.

Büyük Ortadoğu'nun İsrail merkezli olarak kurulmasının uzun süre alacağı görülmektedir. Bu plân açığa çıktığı için bölge ülkeleri kendilerini koruyabilme doğrultusunda direnecekler ve yeni işbirlikleri getireceklerdir. Bu nedenle, Kafkasya'nın geleceği de uzun süreli bir belirsizliğe mahkûm görünmektedir. Kuzey Kafkasya ise, Rus gücünün kuzeye hapsedilmesinde bir bariyer olarak kullanılmakta, cahil bıraktırılan Çeçen halkı bölgenin silâhlı gücü olarak Ruslarla savaşırken, güney Kafkasya'da İsrail ve ABD etkisinin yayılmasını kolaylaştırmaktadır. Batılı bilim adamları Kuzey Kafkasya’yı bir bariyer olarak tanımlarken, Çeçenleri de bu engelin askerleri olarak göstermektedirler. Yüz yılı aşkın bir süredir devam eden bu durumun günümüzde de süreceği anlaşılmaktadır. Hazar bölgesinin yeni bir çekişme alanı olarak öne geçmesiyle çatışmaların daha da süreceği ve diğer bölgelere de yayılacağı söylenebilir. Güney Kafkasya'nın ABD üzerinden İsrail'in konumuna geçmesini önlemek isteyecek Avrupalı ve Asyalı güçlerin gelecekte karşı hareketlere geçmesi, bütün Kafkasya'yı ateş çemberine dönüştürebilir. Bu nedenle Kafkasya'nın güneyi ve kuzeyi ile geleceğini iyi izleyebilmek için İsrail merkezli Büyük Ortadoğu plânının hangi aşamalara varabileceğinin önceden belirlenmesi gerekmektedir. Ortadoğu savaşı Kafkasya'ya da savaş getirmiştir. Kafkasya'nın barışa kavuşabilmesi için öncelikle Ortadoğu’da barış zorunludur.

TÜRK IRKÇI OLAMAZ! Prof Dr. Yusuf HALAÇOĞLU

TÜRK IRKÇI OLAMAZ!
Prof Dr. Yusuf HALAÇOĞLU
Türkiye Cumhuriyeti Mozaik Değildir
TÜRKSOLU: TÜRKSOLU okurları, özellikle Türk Tarih Kurumu (TTK) başkanı olduğunuz dönemden bu yana sizi çok iyi tanıyor ama kendinizi bize bir kez daha anlatabilirseniz seviniriz.
Yusuf HALAÇOĞLU: İstanbul Üniversitesi mezunuyum. 1989 yılında İstanbul'da profesör oldum. Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Vekilliği ve Genel Müdür Yardımcılığı görevlerinde bulundum. Bu görevim üç buçuk yıl sürdü. Daha sonra on üç ay kadar üniversitede rektör yardımcılığı ve vekilliği yaptım. Sonra da 1993 yılının Eylül ayında TTK'ya atandım. On beş yıl burada görevde kaldım.
TTK'nın çalışmalarını herhalde okuyucular biliyorlardır. Burada sadece Ermeni konusunu araştırmadık. Bütün Türk tarihini, özellikle Orta Asya'da arkeolojik kazılar yapmak suretiyle araştırdık. Diğer taraftan milattan önceki Çin Han hanedanının arşivlerinin çevirilerini yaptık. Bütün dünyadaki Türk kültür varlıklarının envanterini çıkarma işine başladım ama bitiremedim çünkü görevden ayrıldım. 2008 yılında TTK'daki görevim sona erdirildi.
TÜRKSOLU: Güncel tartışmaya geçmeden önce biz de bunu sormak isteriz. Söz konusu dönemde bir sempozyumda yaptığınız açıklamada Kürtlerin bir kısmının Türkmen kökenli olduğunu, bir kısım Ermeninin ise tehcirden kurtulmak için kendisini Kürt-Alevi olarak gösterdiklerini belirtmiştiniz ve bunun üzerine bir anda tabiri caizse kıyamet kopmuştu. Aynı şeyleri Batılı tarihçiler, Martin van Bruniessen gibi isimler dile getirdiğinde hiç bir problem çıkmamasına karşın bir Türk bilim adamının bunları söylemesi tepki çekmişti. Bu aşırı tepkinin nedenleri neydi?
Yusuf HALAÇOĞLU: Birinci neden bir yabancının söylediklerinin Türkiye'de pek duyulmamasıydı. İkinci nedense o tarihe (2007 Ağustos) kadar TTK, Ermeni iddialarıyla en iyi mücadele eden kurum haline gelmişti. Bütün dünya arşivlerini bir araya getirmiştik. Bir takım bilgiler ve somut örnekler elimizdeydi. Özellikle Ermeniler tarafından hazırlanan belgeler ve özellikle Osmanlı Devleti'nin karşısında savaşan İngiltere, Fransa, Rusya gibi devletlerin hazırladığı belgelere de ulaşmıştık. Dolayısıyla elimizdeki somut belgelere de dayanarak bu sözü sarf etmiştim. Şöyle demiştim: Türkiye Cumhuriyeti bir imparatorluğun varisidir. Onun için imparatorluk topraklarını kaybettiğinde içeriye doğru bir göç olmuştur. Bu göç içerisinde Türklerin yanısıra ırken Türk olmayan ama bu ülkeyi benimsemiş, Müslüman olmuşlar başta olmak üzere Arnavutlar, Boşnaklar vs. birçok unsur Türkiye'ye göç etmiştir. Ama bunları bir mozaik gibi görmek de son derece yanlıştır.
Herkesin kendi kimliğini öğrenmesi iyi bir şeydir ama Türkiye Cumhuriyeti'ni bu mozaik söylemini kullanarak parçalamak da yanlıştır. Tasada, kıvançta bir olma düşüncesiyle bu insanlar buraya gelmiştir. Bunları azınlık olarak görmekle ayrımcılık ve yanlışlık yapılır dedim. Yine dedim ki; Batı dünyası mozaik kavramı ve çeşitlilik üzerine çok kitaplar yazmaktadır. Andrews'in "Türkiye Cumhuriyeti'nde Etnik Gruplar" adındaki kitabında Türkiye kırk yedi etnik gruba ayrılmıştı. Halbuki yaptığımız araştırmalara bakacak olursanız, bugün kendisini Kürt olarak bilen bir çok insan aslında Türk asıllıdır dedim.
Yine kendisini Kürt hatta Kürt-Alevi gösteren Ermeni dönmelerin bulunduğunu ifade etmiştim. Bunları ifade ederken hedefim şuydu: Hatırlarsanız o günlerde, 2007 yılında, ülkede büyük bir kargaşa vardı ve adeta Türk-Kürt çatışmasına doğru gidiliyordu. Hakikaten çok sıkıntılı bir dönemdi. Bazı şehirlerde çatışmalar başlamıştı, Kürtler kovulmaya başlanmıştı. İç karışıklığa sürüklenecek bir pozisyon çıkmıştı ortaya. Ama benim bu açıklamamdan sonra herkes bu olan biten herşeyi unutarak bu açıklamamı konuşmaya başladı.
Sonrasında benim de altı cilt halinde yayınlamış olduğum Osmanlı Tahrir Defterleri vardır. Bu defterler baba adlarıyla beraber kişileri yazar. Bekar ya da evli, dul olarak kaydedilirdi veya piri fani olarak adlandırılan yaşlılar belirtilirdi. Ama adıyla gözleri görmeyenler, malul adıyla özürlüler kaydedilirdi. Devlet memurları da bu defterlerde belirtilirdi. Ayrıca göçerler, çadır başına kaç koyunları olduğu, yaylaklarının ve kışlaklarının yeri, ne kadar nüfusları olduğu, verdikleri vergileri meblağı gibi bilgiler de dahil olmak üzere kayıtlıydı.
Bu defterlere dayanarak yaptığım iki yıllık bir çalışmanın sonrasında yayınlanan altı cilt halindeki kitabımda da anlattığım gibi bugün kendisini Kürt olarak tanımlayan fakat gerçekte tüm gelenekleriyle Türk olan Rışvan aşireti vardır. Yine bunlara benzer olmak üzere Şavaklar vardır. Rışvan aşireti Osmanlı kayıtlarına göre İğdir boyuna mensuptur. Şavak aşireti, bugün de Elazığ'dan Erzincan'a kadar olan bölgede Çemişkezek de dahil olma üzere göçer haldedirler. Çok meşhur peynirleri vardır. Bunların da Bayat boyundan olduğu kayıtlıdır.
Yine Ahmet Türk'ün aşireti olan İzollar, Avşar boyundandır. Yine, Hakkari'de bulunan Zeydanların asıl yurtları Bitlis ve Maraş'tır. Buralarda da hâlâ Zeydanlar vardır ve Hakkaridekiler de buradan gitmedir. Yine bunlar da, 24 Oğuz boyundan birisi olan Yiva boyundandır. Bütün bunlar bir gerçekliği göstermektedir. Gerçekte Türkiye'de insanlar birbirleriyle kaynaşmışlardır. Rışvanların bir kısmı kendisini Türk olarak diğer bir kısmı da Kürt olarak bilmektedir. Bu durumun bir anlamı olsa gerektir. İzolların durumu da buna benzerdir. Demek ki toplum kaynaşmıştır ve bir ayrıma gidilmemektedir.
Kürtlerden Alevi Olmaz
Benim bunları söylemem neden birdenbire birilerini rahatsız etmiştir? Çünkü Türkiye'de Kürtçülük meselesi ve buna bağlı olarak kendilerini Alevi-Kürt olarak gösteren Ermeni dönmeleri var demiştim. Burada "gösteren" olarak tanımladığımın altını çizmek isterim. Bundan kim etkilenmektedir? Kürtçülük yapmak isteyenler etkilenmiştir. Bir Türk bilim adamının bunları söylemesine tepki göstermişlerdir.
Bir taraftan da Alevi-Sünni çatışmasının temelinde de bu yatmaktadır. Gerçekte Aleviler ile Sünnilerin çatışması için hiç bir neden yoktur. Gerçekte Alevilik Hz. Ali ve Ehlibeyt'e duyulan sevgi ve saygıdır. Ama Sünniler Hz. Ali ve Ehlibeyt'e saygısız ya da sevgisiz değillerdir. Hz. Ali, Peygamberimizin amcasının oğlu ve damadıdır. Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin Peygamberimizin torunlarıdır. Sünni ya da Alevi herhangi bir Müslümanın Peygamberimizin yakınlarını, torunlarını sevmemesi mümkün değildir. Onların soyundan gelenlere de Seyyid denmektedir. Osmanlı Devleti de bu insanlara Peygamberimizin soyundan geldikleri için vergi muafiyeti tanımıştır. Yani normal durumda hiç bir problemin olmaması gerekir; fakat birileri bu meseleyi kaşımıştır. Tıpkı Sivas'ta, Maraş'ta olduğu gibi insanlarımızı birbirine düşürmeye, Alevi-Sünni çatışması çıkarmaya çalışanlar kimlerdir?
Benim söylediğim sözlere dayanarak olaya baktığımız zaman bu olayların nasıl çıktığı ve kimlerin kışkırttığı ortaya çıkar. Böylelikle bu kışkırtıcılar afişe olmuştur. Bir kişinin Kürt ya da Alevi-Kürt olduğunu söylemesi gayet tabi karşılanmalıdır. Bir kişinin Alevi-Kürt ya da Alevi-Türk olması normalde bir şey değiştirmez. Sonuç olarak herkes kendi inancına sahiptir, fakat burada yapılmaya çalışılan farklı bir şeydir.
Normal şartlarda Kürtlerden Alevi olmaz. Çünkü Kürtler Alevilikten önce Müslüman olmuşlardı. Sünniydiler ve Şafii mezhebindendiler. Anadolu Aleviliği ise 1220'den sonra Hoca Ahmet Yesevi'nin yolundan gelen Hacı Bektaş Veli'nin Anadolu'ya gelmesinden sonra ortaya çıkmıştır. O zaman neden 1220'den önce Anadolu Aleviliği yoktur? 1200 senelerinde, hatta Haçlı Seferlerinden yüz sene önce Arap Aleviliği (Nusayrilik) ve Şiilik vardır. Ama bu Arap Şiiliği de İran'daki Şiilikten farklıdır. Şimdi burada bir noktayı iyi belirlemek gereklidir. Kendisini Alevi-Kürt olarak tanımlayanlar arasında iki tür vardır. Birincisi Türkmen'ken, Türk'ken, Alevi-Türk'ken Kürtleşmiş olanlardır. Maraş ve bir kaç bölgede bu tip grupları sayabiliriz.
Aleviliğin temelinde Türkçe semah olmasına karşın, Kürt-Alevi olarak kendilerini tanımlayanların birçoğunda semah olmadığını görürüz. Semah, Türklerin eski Göktanrı dininin, yani Şamanizm olarak da adlandırılan dini ayinlerinin İslami ritüellerle değişmiş halidir. Bugün Tuva'da Şaman ayinlerine bakıldığında semahın aynını görmek mümkündür. Anadolu Aleviliğinin semahı Türkçedir ve yukarıda belirtiğim gibi İslami hüviyet taşır. Bu şekilde bu gelenek devam etmiştir.
Kendilerini Kürt Gösteren Ermeniler
Kendisini Kürt-Alevi olarak tanımlayanlara bakınız. Bunların birçoğu kendisini Horasan'dan gelmiş kişiler olarak nitelendirirler. Doğrudur. Şayet bunlar semah yapıyorlarsa semahları kesinlikle Türkçedir. Ama bunların dışında hiç semah yapmayanlar da vardır. Bunlar kimdir? Bizim buruda söylemek istediğimiz şey, şayet semah yapmayan Aleviler varsa, bunlar ya Arap Alevilerdir veya Alevilikle hiçbir ilgisi olmayan kimselerdir. Elimizde bizzat Ermeniler tarafından hazırlanmış raporlar mevcuttur. Anadolu'da kalan ve ve kendilerini Kürt olarak gösteren Ermeniler mevcuttur. Bunların hangi köyde oturdukları, hangi Ermeni cemaatinin hangi Kürt aşireti adını aldığı, tümüyle kaydedilmiştir. Bu belgelerden birini Fatih Altaylı'nın "Teke Tek" programında göstermiştim. Orada Murat Bardakçı da vardı. Her ikisi de şaşkınlıklarını gizleyememişlerdi. Hatırlarsınız.
Dolayısıyla burada mesele bizim yaptığımız bir ayrımcılığı değil tam tersine yaptığımız bir tespitin varlığını işaret etmektir. Bu tespit, ülkemizde barış içinde yaşayan insanları provoke eden bir grup insanın varlığıdır. Ve biz bu insanların yaptıkları hataları ortaya koyduk. Bir bilim adamı bunu ortaya koymamalı mıdır? Eğer bu ülkenin bilim adamıysam hatta bu ülkenin sadece vatandaşıysam bu ülkenin birlik ve beraberliğine çalışmak zorunda değil miyim? Herkesin tarihleriyle yüzleşmesi, her seferinde dile getirilmiyor mu? Bilimsel özgürlük rafa mı kalkmalı?
Türkler Irkçı Olamaz
TÜRKSOLU: Ortada BDP gibi ırk temelinde kurulmuş bir örgütlenme var. Siz BDP'li milletvekillerinin bile bir kısmının Türkmen kökenli olduğunu söylüyorsunuz. Sonuçta tümünün aşiret ve aile kökenleri bellidir ama yine de çok şaşırarak kabullenmek istemiyorlar. Hatta sinirleniyorlar. Bu tepki de yine ırkçı tavrın bir göstergesi değil midir?
Yusuf HALAÇOĞLU: Bunların Meclis'te yaptıkları konuşmalara, basın toplantılarına baktığınız zaman Kürtlerden ve Kürtlerin haklarından başka bir şey söylemediklerini görmekteyiz. Ben de Türklerin hakları diye ortaya çıktığım zaman bir çatışma meydana gelmeyecek mi? Bu ülkede Kürt veya Türk kim haksızlığa uğramışsa tümünün birden üzerine gitmek gerekmez mi? Niye ayrım yaparak sadece Kürtler demektedirler? İşte burada ırkçı bir tavır sergilemektedirler. Eğer demokratik bir ülkede yaşıyorsak ve demokrasiyi benimsemişsek, ülkede yaşayan tüm insanlara yönelik olarak demokraside, insan haklarında eksiklikler varsa bunu engellemek zorundayız. Bu Roman'dır, bu Kürt'tür, Türk'tür, Boşnak'tır, Arnavut'tur, Gürcüdür diyerek ayrım yapamazsınız. Ermenidir, Rumdur ayırımı yapamazsınız. Herkesin aynı demokratik ilke çerçevesinde aynı yasalara, aynı hukuka tabi olmak zorunluluğu vardır. Ayrı ayrı yasalar çıkarırsak devlet olarak ırkçılık yapmış oluruz.
Eğer bir Ermeni bizim vatandaşımızsa, Türklerden ayrı olmaması lazımdır. Bir Rum'un farklı olmaması gereklidir. Nitekim, bir çok Rum, Ermeni ahbabım ve tanıdığım vardır. Bunlar şunu söylüyorlar -ki Ermeni asıllı olmamıza karşın bu ülkenin vatandaşıyız ve Türk'üz. Olmasını istemeyiz ama Ermenistan'la Türkiye arasında bir savaş olacak olsa ben bayrağım altında Ermenilere karşı şehit olmaya hazırım demektedirler. Böyle bir insanı nasıl ayırabiliriz?
Söyleşinin hemen öncesinde yaptığımız konuşmada Türkler ırkçı olamaz demiştim. Onsekiz imparatorluk kurmuş bir millet nasıl ırkçı olabilir? O zaman imparatorluk kurulamazdı. Irkçı olmayan bir millet ise zaten soykırım yapamaz. Biz Türkler, Türkiye Cumhuriyeti içinde yaşayan tüm vatandaşlarımızı aynı pota içinde düşünmezsek, Türklerin, Rumların, Ermenilerin, Kürtlerin diyerek ayırt etmeden aynı yasalarla bu ülkenin yönetilmesini sağlayamazsak o zaman Türkiye'ye en büyük kötülüğü yapmış oluruz.

TÜRKSOLU: Sizin yaptığınız köken araştırmaları belli çevreler tarafından ırkçılık olarak nitelendirilmeye çalışılıyor. Oysa bu, Avrupa'da, da dünyanın her yerinde de yapılıyor...
Yusuf HALAÇOĞLU: Onların olaya bakışları şöyledir: Kendileri ile ilgili yapılacak tüm çalışmalar ırkçılık değildir, birilerinin Kürt aşireti olduğunu söyleyen araştırmalar ırkçılık değildir ama Türk olanlar tespit edildiği zaman o ırkçılık olur. Bunu ırkçılık olarak nitelendirmelerinin asıl sebebi ise kendilerinin ırkçı olmalarıdır ve bunu ırkçılık gibi göstermek suretiyle kendi ırkçılıklarını gizlemeye çalışmaktadırlar. Halbuki biz Kürtler yoktur demediğimiz gibi iç içe geçmişiz diyoruz. Onlar da vardır ve bizim vatandaşımızdır. Bunların hepsi terör örgütü mensubu değildir. Onlarla bağdaştırmak da son derece yanlıştır. Ama birileri çıkıp Kürt milliyetçiliği adı altında, aslında ırkçılık yapmaktadır.
Kürtlere Ait Yazılı Tarih Yok
TÜRKSOLU: Bir taraftan da ayrı bir tarih ve ayrı bir millet laboratuvar ortamında yaratılmaya çalışılıyor. Olmayan belgelerle bir takım tezler üretilmiş, AB politikaları da yıllarca buna hizmet etmiştir. Sizse ‘eğer Kürdoloji Enstitülerini batılılar değil biz kursaydık çok daha farklı olurdu' söylemini de kullanmıştınız...
Yusuf HALAÇOĞLU: Ben bu tezi TTK'dayken önemle savunmuştum. Eğer bir Kürdoloji enstütüsü kursaydık ve "ben Kürdüm" diyen bilim adamlarıyla beraber çalışsaydık, bugün onların da düşünceleri çok farklı olacaktı. Araştıralım ve bütün tarihe bakalım. Urartuların, Friglerin, Hititlerin, Anadolu'da yaşamış olan herkesin yazılı tabletleri var. Peki niye Kürtler ait bir yazılı tarih yok? Peki hangi mimari eser, yapı vardır? Varsa göstersinler. Neden yoktur? Niye Kürt tarihi olarak yazılmış Şerefname'nin dili Farsçadır? Neden Kürtçenin değişik diyalektleri birbirleriyle hiç anlaşamamaktadır? Neden Kürtçe Farsça üzerine oturmuştur? Neden sayıları Farsçadır?
TÜRKSOLU: Dilbilimcilerin araştırmaları da ancak üç yüz tane "Kürtçe" denebilecek kelimenin var olduğunu göstermektedir...
Yusuf HALAÇOĞLU: Dil bilimcilerin yerel ortamlarda yaptıkları araştırmalar da bu yöndedir. Yerel toplumlarda dil meselesi çok az kelimeyle anlaşılacak niteliktedir. Bu Kürtlerin olmadığı anlamına gelmez. Fakat Kürtlerin aslının ne olduğu, menşelerinin nereye dayandığı konusunda bile bir çok farklı iddia vardır. Şeref Han, Şerefname'de Kürt adının menşeini açıklarken; Sasani hükümdarı Dahhak'a kadar dayandırmak zorunda kalmıştır. "Dağlara kaçanlara Kürt denildi" diyor. Dahhak bir hastalığa yakalanmıştır. Hekimler, bunun ağrılarının dinmesi için iki gencin beyinlerinin çıkarılıp yaraya sürülmesi tavsiyesinde bulunurlar. Bu uygulanır. Dahhak biraz da olsa şifa bulur. Fakat bu işle görevlendirilmiş kişiler, gençlere acırlar. Bir genci öldürür, diğerini dağlara kaçırırlar. Şerefname, dağlara çıkan bu kişilere Kürt adı verildiğini söylemektedir.
Bir çok milletin böyle efsaneleri vardır. Fakat bu ne kadar doğrudur? Neden çok eskilere dönük bir varlık yoktur? O zaman nereden gelmektedir? Bunların da araştırılması lazımdır.
Bir toplulukla bir millet olmak çok farklıdır. Millet olmak için bir medeniyete sahip olmak gerekir. Bir varlık göstermiş olmak lazımdır. Türkiye'de 20-25 milyonluk bir Kürt nüfusundan bahsedilmektedir ki bu rakam her yıl 5 milyon artırılmaktadır! Benim samimi düşüncem Türkiye'de "ben Kürdüm" diyenlerin sayısının çok fazla olmadığı yönündedir. Var olduğu söylenenlerin birçoğunun da zaten Kürtleşmiş olanlardan meydana geldiği biliniyor.
İngiliz Ve Fransızlar Ermenileri Kullandı
TÜRKSOLU: Ermeni meselesine ve Ermeni soykırımı iddialarına geçmeden önce, konu ile ilgili güncel tartışmalardan da bahsetmek istiyoruz. Fransız Parlamentosunun inkar yasası ile ilgili kararının ardından tartışmalar yaşanmıştı. Şimdi de Amerika'nın açıklamaları geldi. Avrupa ve genel olarak Batı, 2015'e hazırlanıyor gibi görünüyor. Sizce ne yapmaya çalışıyorlar?
Yusuf HALAÇOĞLU: Fransa, Ermenileri en çok kullanan devletlerden bir tanesidir. Hatta, Hrant Dink bile öldürülmeden önce Fransız TV5 televizyonunda yaptığı mülakatta -ki okuyucular da bunu internetten rahatça izleyebilirler- şunu söylemiştir: "Bizden Türklerden önce, asıl Fransızlar ve İngilizler özür dilemelidir." Fransız üniformasıyla hayatını kaybetmiş olan Ermenilerin listesi Fransız arşivlerinde var. Hatta bunlarla ilgili Paris'te bir anıt da dikilmiştir. Bu anıtın üzerinde bir liste de vardır ve hepsinin de doğum yerleri Anadolu'dur. Yani Osmanlı Ermenisidirler. İngiliz General Allenby'nin komutasında yine Ermeniler Osmanlı'ya karşı savaşmıştır. Rus Ordusunda keza, Bogos Nubar Paşa'nın söylediğine göre; 150 bin Ermeni vardır. Bunun dışında bir de çete savaşları yapan Andranik ve Nazarbekov komutasında 40 bin silahlı Ermeni Doğu Anadolu bölgesinde faaliyet göstermiştir. Büyük katliamlar yapmıştır. Andranik'in hatıratını okuduğunuz zaman bunu görebilirsiniz.
Soykırım olduğunu kabul eden ve hatta bunun aksinin söylenmesine bile izin vermeyen Fransa, acaba kendi suçunu örtbas etmek mi istemektedir? Bunların konuşulmasını engellemek için mi yasak getirmektedir? Bu şekilde düşünürsek cevap evet olacaktır. Dikkat ederseniz İngiltere'de soykırım kabul edilmemiştir. İngilizler bu meseleyi daha önceden Malta Sürgünleri nedeniyle araştırmışlardı. İngilizler, Malta'ya 144 kişiyi soykırım yaptıkları düşüncesiyle yargılamak için götürmüşlerdi. Bu 144 kişiyi mahkemeye çıkarmak için delil aramışlardı. Fakat bir türlü bu delilleri bulamadıkları için de serbest bırakmak zorunda kalmışlardı. Bu nedenle İngilizler işin alt yapısını çok iyi biliyorlar.
Osmanlı Devleti I. Dünya Savaşı sırasında ABD ile savaşmamıştır ama bu dönemki konsoloslarının ve büyükelçilerinin yazdığı raporlar vardır. Bu raporlar arasında çelişkiler vardır. Büyükelçinin raporlarında soykırım yerine, katliam gibi şeyler yazılıdır ama sözgelimi Mersin Konsolosu Edwar Nathan'ın raporunda bazı eksikliklere rağmen Çukurova bölgesinde bulunan yarım milyon Ermeni'nin gayet düzenli bir şekilde trenlerle Halep'e sevkedildikleri anlatılmaktadır. Halep Konsolosu Jackson da; "Buraya 500 bin Ermeni gelmiştir, 486 binine de bize ait Ortadoğu yardım kuruluşu tarafından yardım edilmektedir" demektedir ve harcanan paranın miktarını bile vermektedir. Veriler birbirini tutmaktadır. Fakat ABD Büyükelçisi Morgenthau'nun yazdıklarına baktığınız zaman onun raporlarının tamamen farklı olduğunu görürüz. Lord Bryce, bu belgelerin aynılarını İngiltere adına Morgenthau'dan istemiştir ve ABD Başkanı da buna izin vermiştir. Bryce'a gönderilen belgeler, Arnold Toynbee tarafından Blue Book (Mavi Kitap)'a aktarılmıştır. Dolayısıyla Morgenthau ile Mavi Kitap aynı bilgileri taşımaktadır. O dönem Arnold Toynbee, İngiliz istihbarat teşkilatının Mezopotamya bölgesinden sorumlu maaşlı üyesidir. Mavi Kitap'ı da bir istihbarat elemanı olarak bir propaganda malzemesi olması için yazmıştır. Bunlar açıklanmıştır.
Avrupa Kendi Suçunu Örtbas Etmektedir
Diğer taraftan da Morgenthau'nun raporlarında yapılan sahtekarlıklar hakkında da Amerikalı Heath Lowry, "Büyükelçi Morgenthau'nun Öyküsünün Perde Arkası" adlı hem İngilizce hem de Türkçe bir kitap yayınlamıştır. Bu kitapta da bütün olanları ortaya koymuştur. Ama bunları görmek istemiyorlar. ABD bugün bunları bilmemekte midir? ABD, benim elimde fotokopileri bulunan Thomas Mıgırdıcian "Diyarbakır'da Katliam, Kürtlerin Saldırıları" raporunun arkasındaki Ermeni Kürtleri listelerini bilmiyor mu? 1922'de savaş sonrasında ABD ve İngiltere'nin yaptığı dünyadaki Ermenilerin nüfus istatistikleri, -ki bunun bir kopyasını ABD'den diğer kopyasını da Cenevre'den hem Fransızca hem İngilizce olarak aldım-, ABD'nin bilmemesi mümkün değildir. Cenevre bugün BM'nin merkezidir. Burada soykırımın inkarı ile ilgili tutuklama kararları alınmıştır. Benim hakkımda da vardır. Peki İsviçre bunları bilmiyor mu? Avrupalılar bunların hepsini bilmektedir. Mesele sadece Ermeni yanlısı bir politika gütmekte olmalarıdır.
Hıristiyan dayanışması adına birbirlerini destekleyebilirler. Ama İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'ni yayınlayan Avrupa, parlamentolarında bu yasaları kabul ederken söz konusu beyannamesinin en önemli maddelerinden olan 11. maddesini neden ihlal etmektedir? Bu maddede, herkese savunma hakkı tanınmanın zorunluğu olduğu, bu hak tanınmadan kimsenin yargılanamayacağı ve mahkum edilemeyeceği belirtilmektedir. Parlamentolar ise yargı organı değildir. Ama bu na rağmen aldıkları kararda muhataplarına savunma imkanı da tanımamaktadırlar. Neresinden tutulursa elde kalan bir durum vardır ortada. Burada Avrupa kendi suçunu örtbas etmektedir. Ermenileri aslında bu duruma düşüren Avrupa'nın ta kendisidir.
Osmanlı Devleti Hıristiyanlara kin beslemiş olsaydı, Anadolu'daki bir çok Rum neden sürgün edilmemiştir? Eğer Hıristiyanlardan ya da başka dinden olanlardan nefret edilseydi ve bunlar uzaklaştırılmak istenseydi o dönemde Anadolu'da Rum da vardı, Ermeni de vardı, Yahudi de vardı... Neden sadece Ermeniler sürgün edilmişti?
Bizim Arşivlerimiz De Açık Alnımız Da!
TÜRKSOLU: Fakat kimse Ermenilerin yaptığı katliamlardan söz etmiyor...
Yusuf HALAÇOĞLU: Tehcirden önceki bir yıllık dönemde yani Mayıs 1914 ile Mayıs 1917 arasında Ermeni çeteleri tarafından öldürülen Müslüman Türklerin sayısı 128 bindir. Bunların hepsinin de kaydı vardır. Peki, Taşnak, Kudüs arşivleri neden açılmamaktadır? Neden Erivan'daki arşivlerin 1923 öncesini açmıyorlar? Bizim arşivlerimiz açıktır ve alnımız da aktır. Buyrun tarihçilerden oluşan bir komisyon kuralım, hodri meydan diyoruz. Ama cevap yoktur.
Burada mesele şudur: Üzüm yemek değil bağcı dövmek istemektedirler. Kurt ve kuzunun hikayesi gibidir. Kurt kaynağın üst tarafından su içmektedir, kuzu ise alt taraftadır. Kurt, kuzuya "suyumu bulandırma" der. Kuzu ise "Ben aşağıdayım nasıl senin suyunu bulandırabilirim" diye cevap verir. Kurt ise kuzunun suyunu bulandırdığında ısrar eder çünkü niyeti zaten onu yemektir. Burada da birebir aynı mantık vardır. Bize karşı nefretleri ve bizi mahkum etme istekleri olduğu için bizi soykırımcı ilan etmeye, daha doğrusu bizi kendi soykırımcılıklarına ortak etmeye çalışıyorlar. Bir topluluktaki suçlular, yine o topluluktaki temiz insanlardan rahatsız olur. Temizleri de kendilerine benzetmeye çalışırlar.
TÜRKSOLU: Biz bu konuda hep savunma mevziinde kalıyoruz. Türkiye Ermenilerin yaptıklarını anlatmak da asıl soykırıma uğrayanın Türkler olduğunu anlatma konusunda çok geride kalmaktadır. Mesela Azerbaycan'ın Hocalı kentinde yaşananlar, tüm dünyanın gözleri önünde gerçekleşen çok büyük bir katliamdır, soykırımdır. Ama Türkiye, Hocalı'da yaşananları hâlâ soykırım olarak kabul etmiş değil. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Yusuf HALAÇOĞLU: Başladığımız işleri hep yarım bırakıyoruz. Hemen bir çekince meydana geliyor. Hocalı'yla ilgili isteklerimiz üzerine burada özel bir oturum yapıldı. Bundan böyle 26 Şubat'ın Hocalı katliam günü olarak Türkiye'de anılması için teklifte bulunduk. Büyük bir ilgi de gördü. Yine Azerbaycanlılar da bu konuda önceden olmadıkları kadar aktif davrandılar ve öne çıktılar. Meksika ve Kolombiya meclisleri Hocalı'nın soykırım olduğunu kabul etti. 1948 yılından sonra olmuş, kameraların tesbit ettiği, çocukların, kadınların, silahsız insanların durup dururken kafalarının parçalanması suretiyle vahşice öldürüldükleri bir harekettir bu. Sadece soykırım değil, buna bağlı olarak gelişmiş bir vahşiyane harekettir. Kinle önceden hazırlanmış bir olaydır. Zaten Ermenilerle yapılan röportajlarda da söyledikleri şudur: "Ben tabancamı alıp bütün Türkleri öldürürüm". Bu kin ve ırkçılıkla gelmişlerdir, soykırım yapmışlardır.
Medeniyet Dediğin Tek Dişi Kalmış Canavar
Türkiye'de öldürülmüş büyükelçilerin hanımları konuşmaktadır. "Ben onları affediyorum" demektedir. İkisini karşılaştırın. Aradaki farka bakın. Ermenilerin geçmişte yaptıklarının, 518 bin kişiyi öldürdüklerinin kanıtı aslında Hocalı'dır. Ermeniler açısından bir devamlılık vardır. Biz Kıbrıs'a gittik. Soykırım mı yaptık? Oysa burada da çatışma olmuştu. I. Dünya Savaşı'nın sonrasında Milli Mücadeleyi verdik. Bu sırada soykırım mı yaptık? Gürcülerle ve Ermenilerle savaştık ve sonradan anlaşma imzaladık. Kars ve Gümrü anlaşmaları yapıldı. Ne zaman soykırım yaptık? Peki Ermeniler daha önce Azerbaycan'da soykırım yaptılar mı? Evet, yaptılar. 1918'de Türk Ordusu Nuri Paşa komutasında gidip kurtardı. Hocalı'yı yaptılar. Örnek bir tane değildir.
Almanya'da, Berlin'de bir konuşmaya yapmaya gittiğimde Berlin polis müdürlüğü bana "soykırım yalandır derseniz hakkınızda soruşturma açılabilir" dedi. Bana gönderdikleri yazı bende mevcuttur. Hani burası ifade özgürlüğü olan bir yerdi? Ben de konuşmam sırasında böyle bir yazı aldığımı açıkladım. "Bu yazıya göre Ermeni soykırımı yalandır diyemeyeceğim ama külliyen uydurmadır" dedim. Yalan kelimesi yerine uydurma kelimesini kullandım. Hukuki sonuçları ne olur bilemiyorum.
Medeni ve insan haklarına, ifade özgürlüğüne saygılı bildiğimiz ve de bizi bu konuda suçlayan Avrupa, aslında bu konularda büyük risk teşkil eden bir konum içindedir. Avrupa'yı gözümüzde boşuna büyütüyoruz. Mehmet Akif Ersoy boşuna "Medeniyyet dediğin tek dişi kalmış canavar"dememiştir. Medeniyet teknoloji değil insanlıktır. İnsana insan olarak değer vermektir. İnsanı sevmektir, sevebilmektir. Hoşgörebilmektir. Bu da bizde fazlasıyla vardır.
Türk'ün Türk'e Propagandasını Yapmalıyız
TÜRKSOLU: Aslında Ermeni meselesiyle ilgili tartışma tarihsel ya da bilimsel değil siyasi bir zeminde sürüyor. Biraz Türk kamuoyunun bu konuda bilinçlendirilmesi gerekmiyor mu? Türk'ün Türk'e propagandası ile suçlanılmaktadır bunu savunanlar. Fakat asıl propagandaya ihtiyacı olan Türk tarafı değil mi? Bugün medya ciddi anlamda kafa bulandırırken sıradan vatandaşımız da bazı şeylere inandırılmaya başlıyor. Yani Batıyı ikna etmeden önce Türkleri ikna etmek gerekmiyor mu?
Yusuf HALAÇOĞLU: Benim tüm çalışmalarım Türk kamuoyu oluşturmaya yönelikti. Ben de aynı karşı çıkışla karşılaştım. Bana Türk'ün Türk'e propagandasını yaptığımı söylediler. "Tarih Gelecektir" kitabımda da bu konu vardır. Ben de "Evet, Türk'ün Türk'e propagandasını yapıyorum" dedim. Bu söylemi bir psikolojik baskı aracı olarak kullanıyorlardı. Kamuoyunun aydınlatılmasını istemedikleri içini bizi bu şekilde baskı altında tutmaya çalışıyorlardı. Türklere anlatmayacağız, sadece yabancılara kedinimizi anlatacağız mantığı yanlıştır. Biz yabancıları çoktan kaybetmiştik. Ermeniler, onları bir şekilde lobileri vasıtasıyla ikna etmişlerdi, Batı devletleri de kendi hatalarını örtmek için bunlara yardımcı olmuşlardı. Bu nedenle bizim öncelikle kendi kamuoyumuzu kazanmamız lazımdı. Halkımız artık "belki yapmışızdır" deme noktasına gelmişti çünkü kimse hiçbir şey bilmiyordu. Biz de bu noktanın üzerine ağırlık verdik ve bana göre şu anda Türkiye'de çok geniş, %90'lara varacak bir halk kitlesi soykırım yapmadığımız inancındadır. Olduğunu söyleyenlerin bir çoğu ise zaten Ermeni kökenli insanlardır. Bunlar da yine normal Ermeni vatandaşlarımız değildir. Gerçekte bir çok Ermeni vatandaşımız da bizim gibi düşünmekte ve soykırım olduğunu kabul etmemektedir. Ama kafaları siyaseten bir yerlere bağlı olan insanlar çıkıp 24 Nisan'ı anmaya çalışıyorlar.
Bu millet herşeyin üstesinden gelir. Bunların da üstesinden geliriz. Üç beş tane çapulcuya pabuç bırakacak halde değiliz.
TÜRKSOLU: Dersim meselesi ile ilgili olarak da aynı şey geçerli değil midir Hocam? Dersim'de 1938 yılında Kürtlerin katledildiğine inandırılmaya çalışılıyor mu Türk toplumu?
Yusuf HALAÇOĞLU: Sizin hazırladığınız kitap bu konuda iddiada bulunanlara öyle büyük bir darbe vurdu ki belki farkında değilsinizdir. Şaşırdılar kaldılar, sesleri çıkacak durumda değil.
Elimde On Bin Belge Var
TÜRKSOLU: Bugüne kadar arşivler açılsın diyenler, arşivler karşısında susuyorlar artık. Sizin Ermeni meselesiyle ilgili yaptığınız çalışmalardan sonra da aynı şeyler yaşanmıştı.
Yusuf HALAÇOĞLU: Evet, artık arşivlerden vazgeçtiler ancak sözlü tarihin geçerli olacağını savunmaya başladılar. O zaman madem öyle Ermeni çetelerinin yaptığı katliamları anlatanları da dinleseler ya bir kere. Onların anlattıklarıyla ilgili kitaplara da baksalar ya. Ama bakmazlar. Çünkü bu işlerine gelmez.
Bilimsel çalışmalardaki eksikliklerimize dayanarak bunlar bizim üzerimizde psikolojik baskı kurmaya çalıştılar. Bunu Avrupa da Türkiye üzerinde siyaseten yaptı. Ama bu araştırmalar yapılıp her şey ortaya çıkınca bu defa meseleyi bilimsel yönden siyasi yöne iyice kaydırdılar. Bu ülkede soykırımı kabul ettiğini söyleyen Halil Berktay'dan tutun da Baskın ­Oran'a kadar hiç kimse televizyona çıkıp ya da bir panelde bu konuyu tartışalım diyemiyor. Diyemezler ve gelemezler. Bunu bunadan tekrar söylüyorum. Bunu yapmaları mümkün değildir. Buna Etyen Mahçupyan da dahildir. Buyursunlar bir toplantı yapalım herkes elinde ne varsa ortaya koysun ve enine boyuna tartışalım. Var mısınız? Yoklar. Eğer varlarsa tekrar sesleniyorum. Ama yapamazlar çünkü ellerinde kendi tezlerini ispat edecek bir tane bile belge yoktur. Ama benim elimde on bin tane belge var bu konuyla ilgili. Nüfus rakamlarıyla, insanların öldürülmediğini ortaya koyacak, yabancıların bunlara yardım edildiğine izin verildiğine dair raporlarıyla beraber tüm belgeler var.
Geçenlerde iktidar partisi milletvekillerinden birisi çıkıp Ermenilerden özür diledi. Bu platformda tartışmaktan kaçındıkları için bilimsel yönü bırakıp tamamen siyasi yöne çektiler. O zaman yapılması gereken şey şudur: Bizim bilim adamları olarak elde ettiğimiz veriler, hükümet tarafından devlet tarafından hassasiyetle ele alınmalı buradan faydalanılarak siyasi ortamda sorunun çözümü sağlanmalıdır. Bunu yapacak irade, cesaret ve ruh gereklidir. Ben Meclis'te de kapalı ya da açık oturumda bunun tartışılmasını teklif ettim. Neden kabul edilmedi? Bana birisi böyle bir teklif etse ben hemen kabul ederim. Bu tartışmaya hemen girerim. Neden bunlar çekinmektedirler? Artık siyasi ve otoriter bir şekilde bunu tepemize vura vura kabul ettirmek için çalışıyorlar.
Bunlar başaramayacaklardır çünkü hukukun karar vermesi gereklidir. Soykırımı hükümet kabul edemez. Bütün Türk toplumu buna tepki gösterir. Türk toplumunda kamuoyu oluşturulması onun için önemliydi. Artık iktidarlar bu konuda kendi başlarına karar veremezler. Ermeni açılımı konusunda gösterilen tepki açıktır. Millet karşı çıkmıştır. Bu nedenle de hemen rafa kaldırılmıştır.
Dersim'e Makineli Tüfekleri Fransızlar Gönderdi
TÜRKSOLU: Yani vatandaşımız atasını suçlu görmemektedir. Birilerinin çıkıp Dersimlilerden, Ermenilerden özür dilemesini izledik. Fakat kimse çıkıp da aslında Dersim'de ayaklananların devletten özür dilemeleri gerektiğini söylemedi.
Yusuf HALAÇOĞLU: Bunların kim olduğu da herkes tarafından bilinmektedir. Bunlar altı aşiretten ibarettir. Dersim'de herkes isyan etmedi. Diaspora Ermenileri ve Taşnaklar gelsinler ve Türkiye'de bir panel yapalım. Desinler ki; "Arkadaşlar biz yanlış yaptık, devletimize karşı çıktık. İhanet ettik, sivil insanları, kadınları çocukları, bebeleri öldürdük, hamile kadınların karınlarından ceninleri çıkarıp elimizde salladık". Bunlar Pastırmacıyan'ın kendi raporlarında var. Şöyle devam etsinler; "Biz bu hataları yaptık ve Türk milletinden özür diliyoruz". Biz de o zaman diyelim ki; "Biz sizin bu yaptıklarınıza karşılık olarak sizi sürgün ettik, savaş alanlarına çıkardık. Bunlar olurken başınıza bir takım trajik olaylar geldi. Bu olanlar bizim elimizde olmayan şeylerdi. Eşkıyalar saldırdılar, gasp ettiler, öldürdüler, yağmaladılar. Sizler de yerinizden yurdunuzdan oldunuz. Biz de sizden özür dileriz" diyelim. Var mısınız?
TÜRKSOLU: Bu olayların sorumlusu da anlaşıldığı kadarıyla Kürtlerdir.
Yusuf HALAÇOĞLU: Büyük çapta karşılıklı bir öldürme gerçekleşti. Ama önce Ermeni çeteleri Osmanlı askeri elbiselerle Kürt köylerine saldırdı. Bu sebeple de karşılıklı öldürme gerçekleşti. Yabancı kaynaklarda da aynı yönde kayıtlar yer almaktadır. Bu durumu Meclis'te de ifade ettim. Ermenileri öldürenlerin Türkler mi Kürtler mi olduğunu yine bir açık veya kapalı oturumda tartışmayı Meclis'te BDP'lilere söyledim. Onlar Osmanlı devletinin bunu emrettiğini söylediler. Ben de o zaman bunu kanıtlamalarını istedim. O zaman Osmanlı yaptıysa da ortaya çıksın dedim. Var mısınız dedim, yine yoklar, Çünkü Osmanlı emretmedi aksine durdurdu. Bütün ABD ve Alman kayıtlarında der ki "Osmanlı Ordusu olmasaydı, Kürtler Ermenilerin hepsini kesip, bir tanesini bile bırakmazdı".
I. Dünya Savaşı sırasında hangi Kürt aşiretlerinin Ruslarla işbirliği yaptığını da Meclis'te BDP'lilere sordum. Buyrun, siz Çanakkale deyip duruyorsunuz dedim, bir oturum yapalım hangi Kürt aşiretleri Ruslarla işbirliği yapmışlardır açıklayın, dedim.
1920 Koçgiri, 1925 Şeyh Sait, 1926 Koçuşağı ardından da Dersim. Dersim'le ilgili olarak sizin yayınladığınız belgeler arasında var. 1935 yılında Kamışlı'da ve Halep'te Kürtlerle, Ermenileri İtalyanlar bir araya getirmiştir. Dersim'e makineli tüfekleri gönderenler kimlerdir? Fransızlar.
Medeniyet Batıda Yoktur Doğuda Vardır
TÜRKSOLU: Son olarak Türkiye'nin Türk Birliği ile ilgili fikirlerinizi sormak isterim. Türkiye, AB'ye benzer şekilde bir Türk Birliğini Türk cumhuriyetleriyle birlikte oluşturamaz mı? Atatürk döneminde, Sadabad ve Bağdat Paktları gibi örneklerden biliyoruz, Türkiye'nin yüzünü doğuya döndüğünü görüyoruz. Bugün ise tek umudumuz Batıymış gibi hissettirilmeyi çalışılıyor. Türk kamuoyu da bununla oyalanıyor. Her şey aslına rücu edermiş, güneşin Doğudan yükseldiğini hatırlatmak gerekmiyor mu? Mesela, TBMM'de Kırgızistan Cumhurbaşkanı Almazbek Atambayev'in yaptığı konuşma, Nazarbayev'in Kazakistan'daki söylemleri hakkında neler düşünüyorsunuz? Türk Cumhuriyetlerinin bu birliğe ihtiyacı olduğunun bir göstergesi değil midir? Türkiye bunu değerlendirebilir mi?
Yusuf HALAÇOĞLU: Türkiye kendi iradesiyle bir dış politika gerçekleştirecek olursa söylediklerinizi gerçekleştirebilir. Maalesef bugün bu yoktur. AB'nin on sene içinde dağılıp çökeceğini ben TTK Başkanıyken de söylemiştim. Nitekim bu durum şu anda büyük oranda gerçekleşmiştir. AB kendi içinde büyük bir ekonomik krize düşmüştür. Sadece Alman ekonomisi ayaktadır. Fransa bile sallantıdadır. Bütün birlik üyesi ülkelerin ekonomileri ciddi biçimde sarsılmıştır. Yunanistan, İspanya, İtalya, Polonya, Macaristan gibi ülkeler iflasın eşiğine gelmiştir. AB'nin eski fonksiyonu yoktur ve Türkiye'nin AB'ye girmesinin de hiç bir anlamı kalmamıştır. Aslında yarından tezi yok, Türkiye'nin Gümrük Birliği'nden derhal çıkması lazımdır. Türkiye'de hükümet bundan bir buçuk yıl önce doğru bir siyaset takip ediyordu. Suriye ile vizeler kaldırıldı. İran'la aynı şekilde anlaşmalar yapıldı. Bunun üzerine Batı dünyasında hemen eksen kaymasından bahsedilmeye başlandı. Ben o sırada Halep'teydim. Eksen kayması konusunda televizyonların bana sorduğu soruya şöyle cevap vermiştim: "Türkiye kaymış olan eksenini doğruya oturtuyor".
Dünya enerji merkezlerinin bulunduğu coğrafya, Türk cumhuriyetleri de dahil olmak üzere Ortadoğu coğrafyasıdır. Irak ve İran'ı da içine alarak Türk cumhuriyetlerinin bulunduğu bu coğrafya dünya petrollerinin % 60'ına sahiptir. Bütün Avrupa'yı besleyen doğalgaz da bu bölgeden çıkmaktadır. ABD, BOP ile Ortadoğunun bu büyük enerji merkezlerine hakim olmaya çalışmaktadır. Bölgeye yeniden şekil vermeye, parçalamaya çalışıyor. Böyle bir ortamda Türkiye'nin bu politikadan vaz geçip yüzünü Doğuya döndürmesi lazım. Medeniyet Batıda yoktur. Medeniyet Doğuda da vardır.
Bu medeniyeti sadece teknoloji olarak düşünsek bile bugün Tayland'dan Kore'ye, Japonya'dan Çin'e, Hindistan'a kadar Doğuda müthiş bir teknoloji gelişmesi vardır. Eğer Türkiye akıllı davranarak Türk cumhuriyetleri ile beraber İran, Gürcistan hatta Rusya ile Baltık kıyılarından Kızıldeniz'e kadar uzanan bir coğrafyayı içine alan yeni bir birlik kurmanın adımlarını attığı zaman çok şey değişecektir. Engeller tabi ki çıkacaktır ama bunları aşmak mümkündür. Böylece dünyada söz sahibi olacak önce ekonomik ardından da siyasi bir işbirliği doğacaktır.
ABD, bugün Çin'le mücadele edemeyecek bir pozisyona düşmüştür. Çin ekonomik gücüyle, nüfusuyla büyük bir güçtür. Şöyle düşünelim: 400 milyon insan 1,5 dolardan çalışsa 600 milyon dolar günlük geliri var demektir. Bu büyük ekonomiyle ABD'nin başa çıkması mümkün değildir. Askeri anlamda da bu böyledir. Dolayısıyla ABD'nin Çin'i alt edebilmesinin tek yolu olarak Çin'in ihtiyacı olan enerji merkezlerine sahip olmak kalmaktadır. Bugün Ortadoğu'da meydana gelen tüm olayların temelinde de bu yatıyor. Halbuki biz akıllı olsak da bu coğrafyada işbirliği yaparak bir yerlere varsak zannediyorum ki o takdirde dünyada Türkiye'nin geleceği de garanti altına alınmış olacaktır.
Türk Milleti Emperyalist Değildir

TÜRKSOLU: Türk milletinin bu duruma gelmesi aynı zamanda dünya barışının da garantisi olabilir mi?
Yusuf HALAÇOĞLU: Türk milleti emperyalist değildir, başkalarını sömürerek bir yere varmaya çalışan bir yapısı yoktur. Bu kadar imparatorluklar kurmuştur. Bunlardan hangi birisi içinde yaşalan milleti kendi kültüründen, dilinden ve dininden uzaklaştırmıştır? Selçukluları düşünelim. Emirlerinde bulunan milletlerin arasında Ermeniler ve Gürcüler de vardı. Araplar, İranlılar ve Kürtler de vardı. Neden hiçbiri asimile olmamıştır? Karahanlılar, Akkoyunlular, Karakoyunlular, Gazneliler neden kimseyi asimile etmemiştir?
Hunlardan ve çok eski devirlerden değil daha yakın zamanlardan bahsediyorum. Mesela Avarlar Macaristan bölgesinde hüküm sürmüştü. Makedonya bölgesinde Kumanlar vardı. Bu devletler, milletler şimdi nerededir? Şu anda yoklar. Bugün Makedonya'da Kumanova tarihen de sabit olarak hâlâ Kumanların yaşadığı yerdir. Bunlar birilerini asimile etmek yerine kendileri asimile olarak Slavlaşmışlardır. Halbuki çok güçlüydüler. Avarlar, bütün Avrupa'yı hakimiyetleri altına almışlardı. Bugün Macaristan'dadırlar ama asimile olmuşlardır. Gerçekte emperyalist olmadıkları için asimile olmuşlardır.
Cezayir'deki Türkler de bugün oradadırlar. Gittik ve gördük. Türkçe'yi unutmuşlardır. Yemen'deki Türkler nerede? Sana'da Türk mahallesi olarak bilinen yerde yaşıyorlar ama Türkçe bilmiyorlar. Mısır'daki Kölemen, Memluk, Ihşidiler, Tolunoğulları neredeler? Osmanlı Türkleri neredeler? Suriye'de 700 bin Türk var denilmektedir. Aslında daha da fazladır. Onların hepsi bugün Arapça konuşmaktadır. Golan Tepeleri hep Türk köyleriydi ama Türkçe yazmasını bile unutmuşlardı. Ürdündekiler, Lübnandakiler nerede? Girit'ten gidip Lübnan'da, Suriye'de, Trablus'ta yaşayanlar neredeler? Gittik bunlarla da konuştuk. Daha dün olmasına rağmen ancak çat pat Türkçe konuşabiliyorlar ve "bizi neden yalnız bıraktınız" diye bize soruyorlardı. Biz ırkçı olsaydık bugün bunların hiçbirisi olmayacaktı belki ama o zaman da Türk milleti olmayacaktı. Türk'ün hoşgörüsü, vakur duruşu, insani yanı bunlar da olmayacaktı. O zaman da medeniyete yön veren, medeni ve insan olan bir Türk milleti olmayacaktı.