14 Temmuz 2015 Salı

ANKARA KALESİ; "Bir ANIL ÇEÇEN Klâsiği" – HABER & MAKALE

ABDÜLHAMİT HAN’IN ŞAM DEVLETİ

                                Prof. Dr. Anıl Çeçen

Dünya üçüncü bin yıla doğru ilerlerken üçüncü dünya savaşını birileri Suriye’de yaşanmakta olan savaş sürecinden çıkartmaya çalışmaktadır.

Birçok merkez ve uzman bu konuda düşüncelerini dile getirirken, bu bölgenin tarihsel geçmişini ve bugüne gelen mirasını ele alarak dünyanın geleceğini tartışmaktadırlar. Dünya tarihi içinde Orta Doğu’nun geçmişi ele alınarak irdelenirken, Suriye’nin de geçmişi didik didik edilmekte ve geçmiş dönemlerden bugüne uzanan bir zaman dilimi içinde bu ülkenin haritası ve jeopolitik konumu yeniden belirlenmeye çalışılmaktadır. 

Türkiye cumhuriyetinin güney sınırlarından başlayan bu ülkenin geçmişi, bütün bölgeyi ilgilendirdiği gibi en uzun sınırlara sahip olduğu Türkiye’yi de yakından ilgilendirmektedir. Türkiye’nin hemen güneyinde yer alan bu ülke açısından da Türkiye Cumhuriyeti bu ülkenin kuzey komşusu olarak haritada yer almaktadır. Dokuz yüz kilometrelik bir ortak sınır bu iki ülkenin kaderini bir araya getirmekte ve her iki ülkede kendi geleceği ve güvenliği açısından birbirini yakından izlemek zorunda kalmaktadır. Bu çerçevede Suriye’de cereyan etmekte olan iç savaş her yönü ile Türkiye’yi yakından ilgilendirmekte, Türk devletinin bu ülkeye olan komşu konumundan bütün emperyalist devletler yararlanmak istemekte ve kendi emperyal planları doğrultusunda Türkiye’yi ve Türkleri savaş senaryoları doğrultusunda kullanmaya çalışmaktadırlar. Bu doğrultu da, son zamanlarda Türkiye’nin başlıca meselelerinden birisi haline gelen Suriye sorunun çözümü için bu ülke ile ilgili olan bütün gerçeklerin ortaya konulması gerekmektedir.

ABD’nin Büyük Orta Doğu, İsrail’in Büyük İsrail, Avrupa Birliğinin ise Büyük Avrupa planları doğrultusunda merkezi coğrafya haritasının yeniden çizilmeye başlandığı yeni dönemde, önce Irak’ta ve daha sonraları da on yıllık bir kısa dönem içerisinde Arap baharı provokasyonları sonrasında Suriye de iç savaş çıkartılmış ve Türkiye’nin güney sınırlarında yer alan bu iki komşu devlet ve ülke yıkılmaya çalışılmıştır.
Tarihin çeşitli dönemlerinde bazen aynı devletin çatısı içinde yer alan bu üç ülke zaman zaman da merkezi coğrafyanın jeopolitik konumu nedeniyle karşıt devletler çatısı içinde yer aldıklarında birbirleriyle savaşlara sürüklenmek zorunda kalmışlardır. 

Bezen merkezi alanın ortak kaderi bu üç ülkeyi benzer bir yöne doğru çekmiş, bazen da doğu-batı yada kuzey-güney ekseninde gündeme gelen siyasal gelişmeler, orta dünya ülkelerini birbirine karşıt konumlara getirmiştir. Türkiye topraklarında tarih sahnesine Selçukluya da Osmanlı İmparatorluğu gibi ortaya çıkan devletler güneye doğru inerek Irak ve Suriye bölgelerini de hegemonyaları altına alabilmişlerdir. Bazen de bunun tersi olmuş, Irak’ta kurulan Bağdat merkezli Abbasi imparatorluğu kuzeye çıkarak Anadolu yarımadasını da kendi hegemonya alanına dönüştürebilmiştir. Abbasi hanedanın çöküşü üzerine İslam coğrafyasının yönetimi Şam’a kayınca, bu kez de Suriye’de Emevi imparatorluğu kurulmuş ve bu devlette kendi hegemonyası doğrultusunda kendi kuzeyinde yer alan Anadolu yarımadasını kontrol altına alabilmek üzere, tıpkı Abbasi devleti gibi zaman zaman kuzeye doğru askeri seferler düzenlemiştir. Bu nedenle, her üç ülkenin tarihinde ortak yönler fazlasıyla çoktur ve bu gibi benzerlikler, bugün üç ayrı ülke olarak tarih sahnesinde yer alan bu merkezi alan ülkelerini siyasal etkilenme sürecine itmiştir. Merkezi alanın tam ortasında yer alan bu üç ülkenin ortak geçmişi geleceğe dönük bir benzer yapılanma arayışını günümüzde bölgeye dayatmaktadır. Bu ülkelerin birbirleriyle etnik ve dinsel kavgalara sahne olmaları geçmişten gelen birikimin sonucudur.

Osmanlı İmparatorluğu üç yarımada üzerinde kurulu bulunan bir merkezi dünya devleti idi. 
Kuzey ve orta Asya’dan gelen Türkmen toplulukları Selçuklu İmparatorluğu döneminde, Azerbaycan üzerinden Irak ve Suriye’ye yerleşirlerken, aynı dönemde Anadolu yarımadası üzerine de giderek bu bölgeye de yerleşmişlerdir. Horasan bölgesini merkez tutan Selçuklular İran ile beraber Irak, Suriye ve Anadolu yarımadasını da yerleşerek buraları yeni yurtları haline getirmişlerdir. Arap yarımadasında yer alan Irak ve Suriye ülkeleri ile birlikte, bugünkü Türkiye Cumhuriyeti devletinin kurulu bulunduğu Anadolu yarımadası da Türklerin hegemonyası altına girmiştir. 

Selçuklu devleti Hazar bölgesinden gelen Türk boyları ile kurulurken, aynı dönemde Asya ve Avrupa’dan gelen akınlar fazlasıyla etkili olduğu için, Selçuklu İmparatorluğu çok fazla dayanamayarak parçalanmak zorunda kalmıştır. Selçukluların İran, Irak ve Suriye bölgelerinde etkinliklerini yitirmelerine rağmen Anadolu’da son olarak ayakta kalan Anadolu Selçuklu Devleti daha uzun bir süre direnerek Anadolu yarımadasının Türkleşmesini sağlamıştır. Anadolu Selçuklu devletinin de bir süre sonra yıkılmak zorunda kalması üzerine, bu yarımada da yaşayan Türk boyları bu kez Osmanlı devleti olarak ortaya çıkarak yeniden bir Türk hegemonyasını merkezi alanda geliştirmeye yönelmişlerdir. Türkler yeni imparatorluğun çatısı altında önce Anadolu yarımadasında egemenliklerini kurmuşlar, daha sonraki aşamada ise suyun karşı yakasına geçerek Balkan yarımadasına ayak basmışlardır. Uzun süren savaşlar sonucunda Avrupa kıtasının ortalarına kadar Balkan yarımadasını fetheden Türkler, merkezi coğrafyadaki ikinci yarımadayı da ele geçirmişlerdir. Balkanlar bölgesinin ele geçirilmesi, Osmanlı devletinin merkezi alanda güçlü bir devlet olarak yedi yüzyıl varlığını sürdürmesini sağlamıştır.

Osmanlı devletinin hegemonya kurduğu üçüncü yarımada Arap yarımadası olmuştur.
Anadolu merkez haline gelirken, Balkanlar hegemonyanın batı ucunu oluşturuyor ve imparatorluğun gücü daha sonraki aşamada güneye doğru uzanırken, Osmanlılar Arap yarımadasının tamamını ele geçirdikten sonra, bir de Afrika kıt'asının kuzey bölgelerini de kendi otoritesi altına alarak dünyanın en büyük devleti haline geliyordu. Bugün Irak ve Suriye de devam etmekte olan iç savaşlarda, Selçuklu ve Osmanlı imparatorluklarından kalan siyasal mirasın bölüşümü kavgası sürüp gitmektedir. Batı emperyalizmi tarafından kışkırtılan Arap baharı olayları Irak ve Suriye’yi iç savaşlar üzerinden yeni bir savaş dönemine sürüklerken, 

Balkan ve Arap yarımadaları üzerinde yer alan Anadolu yarımadası üzerinde Türkiye Cumhuriyeti devletinin geleceği tartışma alanına girmiştir. Avrupa kıtası üzerinde sürekli olarak batılı emperyalist güçler ile çekişmek ve savaşmak zorunda kalan Osmanlı devleti, Balkan yarımadası içinde yer alan küçük toplulukların Balkanizasyon adı altında dağılmaya doğru yönlendirilmesiyle önce dağılmaya başlamış ve daha sonra da Birinci Dünya Savaşı ile birlikte çökerek dünya haritasından çekilmiştir. Osmanlı imparatorluğunu meydana getiren üç büyük yarım adadan Balkan yarımadası yirminci yüzyılın başlarında ayaklanmalara sahne olunca, Osmanlı devleti bu yarımada üzerindeki hegemonyasını yeniden tesis edememiş ve üst üstü iki kez gündeme gelen Balkan savaşlarının yitirilmesiyle birlikte, üç kıta arasındaki Türk imparatorluğu olarak Osmanlı devletinin çöküş süreci başlamıştır. Üç yarımada sonrasında Kuzey Afrika kıtasını da ele geçirmiş olan Osmanlı hegemonyası, Akdenizi tıpkı Roma imparatorluğu döneminde olduğu gibi bir iç deniz haline getirmiştir. 

On dokuzuncu yüzyılın başlarında Yunanistan’ın Osmanlı imparatorluğundan koparak bağımsız devlet olmasıyla başlayan Balkanizasyon sürecinde, Balkan ülkeleri teker teker bağımsız devlet olmaya doğru yönlendirilerek, merkezi alandaki Osmanlı hegemonyasına son verilmek istenmiştir. Balkan yarımadasının bütünüyleelden çıkmasına neden olan Balkanizasyon oluşumu bir imparatorluğu dağıtırken, Osmanlı yönetimini yeni arayışlara itmiş ve bu devletin Balkan yarımadası koptuktan sonra devam edebilmesi için yeni arayışlar kendiliğinden gündemegelince zamanın Osmanlı padişahı Abdülhamit yeni bir alternatif arayışını öne çıkarmıştır.

Balkanların ayaklanması sonrasında Kafkasya bölgesinin de Rus Çarlığının işgali altına girmesi Osmanlı yönetimini heptenyok olmak gibi bir çıkmaz ile karşı karşıya bırakması üzerine zamanın imparatoru II. Abdülhamit, birinci yarımadanın elden çıkışı sonrasında geride kalan iki yarımadayı bir arada tutacak yeni bir devlet yapılanması arayışı içine girdiği görülmüştür.
Anadolu ve Arap yarımadalarını bir arada tutabilecek yeni imparatorluk yapılanmasının merkezinin jeopolitik olarak iki yarımada arasında ve tam bir kesişme noktası üzerinde kurulması gerektiği için, iki yarımada üzerinde eskiden egemenlik kurmuş olan Emevi İmparatorluğu benzeri bir oluşuma gidilmesi, yeni bir alternatif olarak öne çıkınca, Abdülhamit İstanbul’u bırakarak Şam’ı imparatorluğun merkezi yapmaya yönelmiştir... Üçkıtanın kesişme noktasındaki bir boğaz üzerinde uzanıp giden İstanbul’un orta dünya imparatorluğu alanında başkent olarak kalabilmesi için jeopolitik açıdan Balkan yarımadasının Osmanlı çatısı altından çıkmaması gerekiyordu. 

Balkanları kaybeden ve elinden çıkaran Osmanlı İmparatorluğunda İstanbul kenti merkezi konumunu yitiriyor ve Anadolu yarımadasının ucunda, Arap yarımadasına çok uzak bir mesafede kalıyordu. Rusya’nın Kafkasya bölgesini ele geçirdikten sonra tam Orta Doğu’ya doğru inmeye yönelmesi aşamasında, Fransa’yı yanına alan Britanya İmparatorluğu Kıbrıs adasına gelip yerleşerek merkezi alanın hegemonyasını Müslüman olmayan bir emperyal güç olarak tesis ederken, orta dünyadaki İslam egemenliğini açıktan tehdit ediyordu. Kuzeyden gelen Hıristiyan tehdidi olarak Rusya’nın önünün kesilebilmesi için, batı emperyalizminin o dönemdeki başlıca temsilcisi olan Britanya İmparatorluğu Kıbrıs’ı işgal ederek ve bu ada üzerinden merkezi coğrafyaya yayılarak, orta dünyadaki Türk ve Müslüman hegemonyasını tehdit ediyordu.

Avrupa kıtasında Fransız devrimi sonrasındadevletler ulusal yapılanmaya dönüşürken, devletsiz kalan Yahudiler Budapeştemerkezli geliştirdikleri Siyonizm akımı doğrultusunda kendilerine bir yurtararken, I898 yılında İsviçre’nin Baselkentinde toplanarak örgütledikleri ilk Siyonist kongre de Filistin’iYahudilerin anayurdu ilan ederek, Avrupalı Hıristiyanların ele geçirmeyeyöneldikleri merkezi coğrafyanın tam ortasında, bu kez tarihte iki kez kurulmuşolan Yahudi devletinin devamı olarak bir üçüncü Siyonist devleti Filistintopraklarında ilan etmeye hazırlanıyorlardı.

Thedor Herzl gibi bir Macar Yahudisininöncülüğünde örgütlenen Yahudi devleti girişimini temsil eden bir heyet, Osmanlıpadişahı Abdülhamit’i ziyaret ederek Filistin topraklarını İsrail’i kurmak içinistemişler ama padişahın bunu ret ederek o topraklarda bütün Osmanlı tabasınınhakkı olduğunu ileri sürmesi üzerine, Siyonist örgütün ikinci heyeti yenidenAbdülhamit’i ziyaret ederek Filistin’i vermiyorsa Kıbrıs adasını Yahudikrallığı kurulabilmesi için Siyonistlere teslim edilmesini talep etmiştir. 

RuslarKafkaslardan Orta Doğu’ya doğru inerken, Akdeniz üzerinden bölgeye girenİngiltere ve Fransa Balkan ülkelerini ayaklandırarak Osmanlı İmparatorluğundankopmaya doğru sürüklerken, Avrupa kıtasından Vatikan öncülüğünde kovulanYahudiler de Orta Doğu’ya gelerek kendi devletlerini kendi din kitaplarında yazılıbulunan kutsal topraklar da kurmaya yönelmeleri üzerine, üç cephe de birdenaynı dönemde savaşmak zorunda kalan Abdülhamit, imparatorluğu dağılmaktankurtarmak üzere Balkanlar’da etkisini yitirmiş olan Osmanlı devletinin merkezini İstanbul kentinden çıkartarak Şam kentine taşımaya yöneliyordu. 

Osmanlıdevletinin çöküş sürecinde 33 yıl gibi uzun bir süre imparatorluk koltuğunda oturan Abdülhamit, her türlü saldırı ve işgal girişimi ile mücadele ederken, Osmanlı devletini geleceğe dönük olarak yeniden kurmaya yöneliyordu. Bu yönü ile bir İslam imparatoru olmasına rağmen çağdaş bir devlet adamı kimliğini ortaya koyan Abdülhamit, birçok alanda reformlara ve benzeri yeniliklere yönelerek, batının gelişmiş ülkeleri ile devletlerarası rekabete girmek için çaba harcıyor ve güçlenen Avrupa emperyalizmi ile baş edebilmek için benzeri reformların Osmanlı devletinde yapılmasını istiyordu.

Abdülhamit zamanına kadar Osmanlı yönetimi Balkanlardaki Yahudi nüfusun baskı ve yönlendirmeleriyle, Avrupa’nın Hrıstıyan yapılanmasına karşı emperyal bir denge unsuru olarak devreye giriyor ve Hrıstıyan saldırılarına karşı güçlü bir doğu devleti olarak varlığını sürdürebilmek üzere bütün yatırımlarını Balkan yarımadasına doğru yapıyordu.
Roma İmparatorluğu sonrasında ortaya çıkan Hrıstıyan–Yahudi kavgasının önce İsrail’i yıkması, daha sonraki aşamadada iki bin yıl boyunca Avrupa kıtasını din savaşları ile birçok kanlı olaya sürüklemesi üzerine, hem Hıristiyanlar hem de Yahudiler güçlerini artırmak üzere, Avrupa kıtasının yanı başındaki merkezi alan topraklarına yöneliyorlar ve bu bölgede kurulu bulunan merkezi imparatorluk olarak Osmanlı devletinin varlığını tehdit ediyorlardı. 

Balkan ülkelerinin büyük çoğunluğunun Hrıstıyan olması ve Endülüs sonrasında Balkan yarımadasına büyük miktarda Yahudi göçleri olması nedeniyle, aslında Anadolu toprakları üzerinden Asya kıtasında kurulmuş olan Osmanlı devleti,Hıristiyan-Yahudi çekişmesi yüzünden Balkanları ana ülkesi yapıyordu.

 Bu durumda Anadolu yarımadası geride kalıyor ve sürekli olarak bir arka ülke muamelesi görüyordu. Arap yarımadası ise, iyice uzakta kaldığı için bu bölgeye ara sıra askeri seferler düzenleniyor ama kalıcı hiçbir yatırım yapılamıyordu. Anadolu bu durumda hiçbir yatırım yapılmayan boş bir alan olarak arka ülke konumunda yüzyıllarca geride kalarak varlığını sürdürüyordu. Osmanlı devleti Avrupa kıtasındaki Hrıstıyan-Yahudi çekişmesinde, 

Vatikan komutasındaki Hrıstıyan yapılanmasının Avrupa’daki Yahudi varlığını yok etmesini önlemek üzere hem sürekli olarak savaşıyor, hem de devlet yatırımlarını Balkanlara yaparak Avrupa kıtası üzerinde güç kazanmaya öncelik veriyordu. Bugün Balkanlar bölgesi gezildiğinde fazlasıyla Osmanlı eseri görülmesine rağmen, Anadolu toprakları üzerinde benzeri bir durum görülmemekte, aksine Bizans ve Selçuklu eserlerine Anadolu yarımadasında daha fazla rastlanılmaktadır.

Abdülhamit, Osmanlı başkentini Balkanların yanı başındaki İstanbul’dan Orta Doğu’nun merkezi kentlerinden Şam’a taşımaya karar verirken, geride kalan iki yarımadayı bir arada tutabilmek üzere Anadolu yarımadasına yönelik önemli devlet yatırımlarını öne çıkarıyordu.
Sahil kentlerinde önemli limanlar, bu limanlar ile bağlantılı kara ve demiryolları, Anadolucun batısından doğusuna kadar uzanan kara yolları boyunca telgraf direkleri Abdülhamit döneminde yapılarak, Osmanlının arka ülkesi konumundaki Anadolu yarımadası ön ülke konumuna getiriliyordu. 

İki Müslüman yarımadayı bir araya getirerek, Hrıstıyan Avrupa emperyalizmi ile Yahudilerin dünya hegemonyası planları doğrultusunda geliştirilen Siyonizm’e karşı çıkan Abdülhamit, Anadolu bölgesine yapılan yatırımlar ile Küçük Asya denilen bu bölgeyi dünyaya açıyor ve Balkanlar elden çıkarken, Anadolu üzerinden Arap yarımadası üzerinde yeniden bir hegemonya tesis ederek, Osmanlı devletini değişen koşullarda yaşatmaya çalışıyordu. Jeopolitik ve stratejiyi iyi bilen bir padişah olan Abdülhamit dünya kavgasının doğuya doğru kaydığını görüyor ve bu nedenle Balkanların elden çıktığını fark ederek bütün Asya kıtasına yönelik bir strateji izleyerek, küçük Asya topraklarında modernleşme doğrultusunda önlemlerini alıyordu. 

Emevi İmparatorluğunun başkenti olan Şam’ı yeniden başkent olarak öne çıkartmak isteyen Abdülhamit, bu planı doğrultusunda Berlin-Bağdat demiryolu projesini devreye sokarken, Alman devletinin gücünü İngiltere, Fransa ve Rus devletlerine karşı kullanmaya çalışıyordu. Siyonizm’in Macaristan merkezli devreye girmesinden sonra, Balkan Yahudilerinin Siyonizm’e doğru kayma göstermesi üzerine Abdülhamit aynı zaman İslam halifesi olduğu için, bir halife olarak İslam’ın yeniden güçlü bir biçimde örgütlenmesini gündeme getiriyor ve bu yüzden de Osmanlı ülkesinde yaşayan gayrimüslim ve Levanten kesimlerin çok büyük tepkilerini çekerek iktidarını tehlikeye atıyordu. Balkanlardaki Hrıstıyan nüfusun Vatikan ile işbirliği yapması üzerine Abdülhamit bir İslam halifesi olarak İslamcın güçlendirilmesine çalışıyor ve eski Emevi devletinin başkenti olan Şam kentinde Osmanlı İmparatorluğunu yeniden kurmaya hazırlanıyordu.

Balkan ülkeleri teker teker Osmanlı imparatorluğundan koparken, Balkanlardaki son Osmanlı merkezlerinden birisi olan ve daha sonraki aşamada bir Yunan kenti haline gelen Selanik kenti sahip olduğu Balkan ve Avrupa birikimi ile tam bu aşamada devreye girerek, Abdülhamit’in Osmanlı devletini bütünüyle tam bir İslam devletine dönüştürme planlarına karşı çıkıyordu, Abdülhamit İstanbul’daki başkenti Şam’a taşımadan önce Selanik kentinde gayrimüslim unsurların ve batıcı bazı gizli ve kapalı derneklerin öncülüğü ile bir ordu hazırlanarak Selanik’ten İstanbul’a gönderiliyordu.
İngiltere’nin yakın ilgisiyle örgütlenen bu girişimin devreye girebilmesi amacıyla İstanbul kentinin tam ortasında bir İslamcı görünümlü bir isyan hareketi, İngiliz istihbarat örgütün gizli düzenlemeleriyle ortaya çıkarılıyor ve bu ayaklanma hareketi bahane edilerek, Selanik’te örgütlenen yeni bir ordu yapılanması İstanbul’a gönderilerek, Osmanlı devletinin başkentinin Şam’a taşınması planının önü kesiliyordu. Balkanlar olmadan İstanbul’un başkent olamayacağını iyi bilen Abdülhamit, başkenti Şam’a taşımak için yeni plan ve projeleri devreye sokarken, Selanik’te toplanan Osmanlı devletinden arta kalan eski Osmanlı gayrimüslimleri kendi geleceklerini sağlama alabilmek için öne geçiyorlar ve bu doğrultuda Abdülhamit’in yeni Şam devletini önlemek doğrultusunda, hem İngiltere ve Vatikan ile hem de İsrail’i kurmak üzere yola çıkmış olan Siyonist lobilerle işbirliği yapıyorlardı. 

İstanbul’da tezgâhlanan ayaklanmayı bahane ederek bu kente gelen Hareket ordusu duruma müdahale ettikten sonra, Osmanlı ülkesinde yaşayan bütün gayrimüslim unsurları temsil eden beş kişilik heyet batı dünyasından aldığı desteklerle,Osmanlı devletinin en güçlü padişahı olan Abdülhamit’i tahttan indirerek Selanik kentinde hapse mahkûm ediyordu. Balkan kökenli İttihat ve Terakki yönetimi kendi içindeki gayrimüslim unsurlar yüzünden böylesine bir emperyal manevrayı önce seyirci kalmaya tercih ediyor ama devletin çöküşünün hızlanması üzerineAbdülhamit’in haklılığı anlaşılınca, bir ay sonra Abdülhamit’i yeniden tahtageçirmeye çalışıyor ama içeride örgütlenmiş olan batılı istihbarat servisleri böylesine karşı bir manevraya izin vermeyerek Abdülhamit’i devre dışı bırakıyorlardı. 

Abdülhamit’in tahttan indirilişi biranlamda Osmanlı devletinin sonu olmuş ve imparatorluğu yeniden kurmaya yönelmişolan Abdülhamit’in devre dışı kalmasıyla birlikte, Şam merkezli iki yarımada imparatorluğuoluşturma projesi geride kalmıştır.
Abdülhamit tıpkı Emevi İmparatorluğugibi, yeni bir Osmanlı İmparatorluğunun Orta Doğu bölgesinde tesisedilebileceğini bütün dünyaya göstermek isterken, batı emperyalizmi destekliOsmanlı gayrimüslimleri buna izin vermeyerek Abdülhamit’in önünü kesmişler veböylece gayrimüslim yapılanmaların Osmanlı devleti sonrasında Orta Doğu bölgesinde gerçekleştirilmesinin önünü açmışlardır. 

İngiliz-Fransız işbirliğine karşıAlman devleti ile ortaklığa giderek Bağdat demiryolunun yapılmasını Abdülhamitörgütlemiştir. Ne var ki, tam Bağdat demiryolu inşaatının bittiği günlerde veAlman ordusunun tren yolu aracılığı ile Bağdat’a gelmesinin sağlanacağı noktada,Abdülhamit tahttan indirilerek Şam merkezli yeni Osmanlı devleti projesi devredışı bırakılmıştır. 

Bu durumdan Siyonistler de yararlanmasını bilmişler,Abdülhamit sonrasında hem Filistin’e Yahudi göçü daha da hızlanmış, hem deSiyon katır birlikleri hem Suriye’de hem de Çanakkale de savaşarak OrtaDoğu’nun geleceğinde Siyonistlerin de bulunacağı mesajını dünya kamuoyuna yansıtmışlardır.İngilizlerin işgali altındaki Kıbrıs adasında bir Yahudi krallığı kuramayan SiyonistlerBasel kararları doğrultusunda Filistin’de üçüncü kez bir İsrail devletininkurulabilmesi için yoğun lobi çalışmaları ile uluslar arası alanda etkili olmuşlardır.

Bunun sonucunda, Birinci Dünya Savaşı sonrasında kurulamayan Yahudi devletiancak ikinci dünya savaşı sonrasında Amerikan ordusunun Orta Doğu’ya gelmesiüzerine kurulabilmiştir. Abdülhamit’in Şam devleti kurulabilseydi hiçbirbiçimde gündeme gelemeyecek olan üçüncü İsrail projesi, Abdülhamit’in tahttanindirilmesi sonrasında gerçekleştirilebilmiştir. Aynı doğrultuda bir değerlendirmeİngiltere ve Fransa’nın Orta Doğu’daki varlıkları açısından da yapılmalıdır.
Abdülhamit’in tahttan indirilmesini 

Balkangayrimüslimleri aracılığı ile örgütleyen İngiltere, Abdülhamit sonrasındaAnadolu ve Arap yarımadalarında gizli servislerini yoğun bir biçimde çalıştırarak,Anadolu yarımadası üzerinde Türkçülük akımını, Arap yarımadası üzerinde de Arapçılıkakımını örgütleyerek, iki yarımadanın birbirinden ayrı bir kimlik doğrultusundageleceğe dönük yeni bir siyasal yapılanmaya doğru yönlendirilmesini sağlamıştır.
Arap ülkelerindeki şeyhleri ve aşiretleriOsmanlı devletine karşı kışkırtarak bir anlamda Arap milliyetçiliğininöncülüğünü yapan İngiltere, benzeri bir biçimde, hiçbir ideolojisi olmadanOsmanlı topraklarını savunmak üzere kurulmuş olan İttihat ve Terakki cemiyetinide Türkçülük ideolojisine yönlendirerek, geride kalan Osmanlı topraklarıüzerinde İslam üzerinden bir birlikteliğin önünü geçme doğrultusunda, Anadolu ve Arap yarımadalarının birbirinden uzaklaşmalarını sağlamıştır. 

Böylece bölünmüşve parçalara ayrılmış bir Orta Doğu coğrafyasını Osmanlı imparatorluğusonrasında on ayrı devlete bölmek kolay olmuş, Türk ve Arap milliyetçiliği doğrultusundaiki yarımada birbirinden uzaklaştırılırken, İngilizler ile Fransızlar kendiçıkarları doğrultusunda bir harita çizerek merkezi alanın yeni patronları olmuşlardır.Bu durum ikinci dünya savaşına kadar devam etmiş ama ABD’nin bölgeye bir süpergüç olarak gelmesiyle ve İsrail devletinin kurulmasıyla birlikte, merkezialanda hegemonya ABD-İsrail ikilisinin eline geçmiştir. 

ABD’nin yönetimindeSiyonist lobilerin etkin olması nedeniyle Siyonizm, ikinci dünya savaşı sonrası dönemin ortadünyadaki önde gelen gücü haline gelmiştir. Siyonistler Abdülhamit’in tahttanindirilmesini gerçekleştirdikten sonra, üçüncü İsrail projesinigerçekleştirmişler ve bugünkü aşamada Büyük İsrail imparatorluğunu kurmak üzereSuriye’de dıştan güdümlü bir iç savaşı örgütleyerek Şam kentinin önüne gelmişlerdir.Abdülhamit’in yeni Osmanlı başkenti yapamadığı Şam kentinin bugün Siyonistlerinyeni merkezi konumuna getirilmesi söz konusudur.  

Sovyetler Birliğinin dağıtılması sonrasındagündeme getirilen küreselleşme döneminde kuzeyden gelen emperyal güç olanRusya’yı bölgeden çıkarmak, İran’ın Şii emperyalizminin önüne geçmek ve birdoğu gücü olarak Çin’in merkezi alana girmesini önleme doğrultusunda körfezsavaşları ile başlatılan savaş döneminde çatışmalar Irak üzerinden bölgeye yayılmış,Arap baharı kışkırtmaları ile bütün İslam ülkeleri ve merkezi coğrafya tehditaltına alınmış ve Irak’ın çökertilmesinden sonra sıra Suriye’nin parçalanmasınagelmiştir.
Osmanlı imparatorluğunun yıkılmasındansonra merkezi alanda meydana gelen otorite boşluğu, bir süre Sovyetler Birliğiile dengelenmeye çalışılmış ama bu büyük doğu bloğunun dağılmasından sonrayeniden orta dünyada otorite boşluğu kendiliğinden gündeme gelince, AmerikaBirleşik Devletleri bu kez orduları ile gelerek bölgede İsrail’in güvenliği veşirketlerinin petrol çıkarları doğrultusunda savaşmaya başlamıştır. ABDordularının on yıl süre ile İsrail için Orta Doğu da savaşması üzerine, AmerikaBirleşik Devletleri süper güç olma şansını elinden kaçırmıştır. 

Siyonistlobiler ABD’yi Orta Doğu bölgesine kilitleyince, Avrupa, Afrika ve LatinAmerika kıtalarındaki ABD hegemonyası sarsılmış, Rusya, Çin, Hindistan veBrezilya gibi büyük ülkeler yeni süper güçler olarak, dünya siyasetsahnesindeki yerlerini almışlardır. Osmanlı gibi Sovyetlerin de haritadançekilmesiyle batılı emperyalist güçler ile Siyonist lobiler Orta Doğu bölgesindekarşı karşıya gelmişlerdir. Bu durumun sonucunda, ikinci dünya savaşısonrasında İsrail’in kurulması üzerine merkezi bölge sürekli bir savaş alanına dönüşmüştür.Abdülhamit’in Şam devleti projesi gerçekleştirilseydi hiçbir zamangörülemeyecek bazı siyasal gelişmeler, Abdülhamit ve Osmanlı devleti sonrasıdönemde birbiri ardı sıra bölgede gündeme gelen sıcak olaylar aracılığı ilegerçekleşme aşamasına gelmiştir. Emperyalizmi ve Siyonizm’i yakından izleyen Abdülhamit,bunların önüne geçmek istemiş ama o günün koşullarında emperyalist dış güçlerile ortaklığa giren mandacı iç güçler yüzünden tahtını koruyamamıştır. Bununsonucunda hem Bağdat hem de Şam gibi devlet merkezleri emperyal savaşlar ile yıkılmıştır.

Suriye iç savaşı bugünlerde bütün şiddeti ile sürüp giderken, Orta Doğu planlarıçatışmakta ve bu yüzden de bir türlü merkezi alanda kamu düzeni ve güvenliğitesis edilememektedir.
Zamanın getirdiği değişimi iyi görenAbdülhamit Osmanlı devletinin geleceğe dönük güvenliğini Anadolu ve Arap yarımadalarınınŞam kenti merkezli bir yeni yapılanmaya yönlendirilmesiyle sağlanabileceğiniherkesten önce görerek önlemlerini alınca, İngiliz emperyalizminin manevralarıile karşı karşıya kalmıştır. Kıbrıs’ı işgal eden İngilizler bu ada üzerindenbütün bölgeye yayılarak Osmanlı devletinin ortadan kaldırılmasınıgerçekleştirecek planlı adımları atmışlardır. 

İngilizler bin kilometrelik uzunbir sınır çizerek Türkleri Anadolu’ya hapsetmişler, Arap yarımadasında dapetrol şirketlerinin istekleri doğrultusunda sınırları çizmişlerdir. Abdülhamit’iniki yarımada üzerinde yeni Osmanlı devleti oluşturma planını önleyen İngilizler,İttihatçıları Türkçü yaparak Anadolu yarımadasına yönlendirmiş Arap şeyhlerine deyeni devletler kurarak Arap yarımadasından Osmanlıların geri çekilmesini sağlamışlardır.Arap yarım adası dörde bölünürken, körfezdeki şeyhliklere bağımsızlık verilerekbunlar yedi kız kardeş adı verilen petrol şirketleri ile evlendirilmişlerdir. Yedipetrol şirketinden birisi ile anlaşan körfez şeyhlikleri bağımsız devlet olaraktanınmış ve petrol istasyonu görünümünde birçok devletçik kurularak, petrolşirketlerinin çıkarları en üst düzeyde gerçekleştirilmiştir. 

Soğuk savaş yıllarında İngiltere’nin patronluğundayeni Orta Doğu düzeni yirminci yüzyılın sonlarına doğru devam etmiş amaİsrail’in kurulmasıyla devreye giren Büyük İsrail projesi yüzünden her şey altüst olmuştur. ABD ile ortak hareket eden İsrail, İngiliz ve Fransızların kurmuşolduğu Orta Doğu düzenini kendi çıkarları için değiştirmek istediğinden, küreselleşmeaşamasında Orta Doğu savaşları öne çıkmıştır.

Orta Doğu savaşlarının son aşamasında, Hıristiyanlıkaçısından kutsal bir ülke olarak kabul edilen Suriye iç savaşı giderek tırmanmave bölgeye yayılma aşamasına gelmiştir.
Romalıların merkezi alanı işgalisırasında ortaya çıkan Hıristiyanlık, önce Suriye ‘de yayıldığı için bütünHrıstıyan dünyası bu ülkeyi din açısından kutsal bir yer olarak görmekte ve buyüzden Suriye’de yeni bir İslam ya da Musevi hegemonyası istememektedir. Bu nedenle,Vatikan savaşa karşı ısrar edince hiç bir Hrıstıyan devlet Suriye iç savaşınamüdahale etmemiştir. 

Ne var ki, İsrail’in öncülüğündeki Siyonist lobilersürekli olarak Amerika üzerinden katı dinci terör örgütleri kurdurarak,Suriye’yi hiçbir biçimde Hıristiyanlara bırakılmayacak derecede çökertmenin yollarınıararken, Abdülhamit’in başkent yapamadığı Şam kenti, yeni dönemde kendisiniIrak-Şam İslam devleti olarak tanıtan bir terör örgütünün hedefi konumuna gelmiştir. 
Irak-Şam İslam devleti adıyla ortaya çıkan bir terör örgütü şimdiye kadargerçekleştirdiği saldırılar ile Irak ile birlikte Suriye devletini de çökertirken,Şam’ı ele geçirerek İslam dünyasının merkezi yapacağını ileri süren bu terör örgütü,Şam ile birlikte Suriye devletinin de yıkıma doğru sürüklenmesine giden vahşibir savaşı bölgede tırmandırmaktadır. 

Abdülhamit’e Şam kentini bırakmayangayrimüslim kesimler, var olan siyasal düzeni yıkmakta bu yeni terör örgütünükullanmakta ama Şam kentini de yavaş yavaş İsrail işgaline hazırlamaktadırlar.Türkiye’yi Suriye savaşına çekerek Arap ve İslam dünyasına karşı kullanabilmeninçabası içinde olan ABD-İsrail ikilisi, Suriye devletini kesin olarak parçalamadoğrultusunda Halep kentini Türklere bırakır görünerek, Türkiye’nin gücünden Araplar'a ve İslam dünyasına karşı yararlanabilmenin yollarını aramaktadırlar.İngilizlerin Araplar ile Türkler arasına bin kilometrelik bir sınır çizmesindenmemnun kalmayan ABD-İsrail ikilisi, Türkler ile Araplar arasına yeni bir ulusdevleti tampon bir mekanizma olarak yerleştirme doğrultusunda Kürt asıllıtoplulukları emperyalist bir plan doğrultusunda devletleştirerek bölgedevletlerine karşı kullanmaya çalışmaktadırlar. 

İran ve Türkiye’ye karşı birtampon mekanizma oluşturacak böylesine yeni bir devletin temelleri KuzeyIrak’ta atıldıktan sonra, bölgedeki petrolün Akdeniz’e akmasına sağlayacak birkoridor açılmaya çalışılmakta ve bu doğrultuda Kuzey Irak’tan sonra bir deKuzey Suriye meselesi çıkartılarak, merkezi coğrafya haritası ABD-İsrailikilisinin çıkarları doğrultusunda yeniden çizilmeye çalışılmaktadır.

OrtaDoğu yeniden yapılanmaya doğru zorlanırken, Bizans döneminden kalma biradlandırma ile Doğu Akdeniz bölgesi Levant olarak yeniden ele alınmaya çalışılmakta,Akdeniz’in batısında yer alan emperyal Hrıstıyan devletler dünyanın merkezidenizi olan Akdeniz’de yeni bir yapılanmaya giderken, Doğu Akdeniz’in merkezikonumundaki Suriye’yi geleceğin Levant yapılanmasının bir parçası olarak görmektedirler.
Suriye’nin başkenti olan Şam kenti Bizans döneminde merkezi bir konuma sahipken, sonraki aşamada İslamiyet’in çıkışı ile birlikte Emevi İmparatorluğuna da başkentlik yapmıştır. İspanya’dabir Müslüman devlet olarak Endülüs kurulurken, Emevi devletinin merkezi olanŞam kenti bu konuda Endülüs devletine fazlasıyla yardımcı olmuştur. Avrupa’dakiHrıstıyan-Yahudi çekişmesinin Orta Doğu’ya doğru taşınması aşamasında, Şamkentini merkeze alarak Osmanlı devletinin, Türklerin ve Müslümanlarınçıkarlarını korumak isteyen Abdülhamit’in, böylesine bir savunma projesinigündeme getirmekte, ne kadar haklı olduğu sonraki olayların gelişimi ilekanıtlanmıştır. Tarih boyunca Hıristiyanlarla kavga eden ya da çekişen Musevigruplar, İslam’ın ortaya çıkışı sonrasında bu tek tanrılı dini Hıristiyanlarakarşı kullanabilmenin arayışı içinde olmuşlardır. İspanya yarımadasındaki  Endülüs devletinin Hrıstıyan devlet ve topluluklar ile süren savaşlarla dolu olanyedi asırlık tarihi bu açıdan ilginç örnekler taşımaktadır. Aynı doğrultudakisiyasal gelişmelere Osmanlı tarihinde de rastlamak mümkündür. 

Osmanlı gücünüTanrının kılıcı olarak Avrupa’daki Hrıstıyan hegemonyasına karşı destekleyen Musevi topluluklar, bugün Hıristiyanlar'ın Orta doğu’ya girmesinin önlenebilmesi doğrultusunda gene işbirlikçi ve mandacı Müslüman kesimleri kullanmaya çalışmaktadırlar.
Abdülhamit’in Yeni Osmanlı İmparatorluğunabaşkent yapamadığı Şam kenti, Orta Doğu’da son dönemde sürüp giden savaşlar doğrultusundaBüyük İsrail’in mi, yoksa Levanten kesimlerin Hrıstıyan devletlerin desteği ilegerçekleştirmeye çalıştıkları Levant Federasyonunun mu başkenti olacağı dahabelli olmamıştır.
Bu arada, ABD-İsrail ikilisinin AvrupaBirliği, Rusya Federasyonu ve Büyük Alman Birliği girişimlerine karşı İsrail-Fransaişbirliği ile yavaş yavaş gündeme getirilmeye çalışılan Akdeniz Birliği’ne miŞam’ın başkent olabileceği de tartışma alanına girmiştir. 

Bölünecek Türkiye’den gelecekte ortaya çıkabilecek Trakya, İyonya, Likya ve Klikya gibi eski Bizanseyaletlerinin yeniden özerk ve bağımsız bir yönde gündeme getirilmesiyle birlikteAkdeniz Birliği’nin doğu bölgesi örgütlenmesinin tamamlanabileceği düşünülmektedir.Bugün Suriye de devam etmekte olan savaşın uzayıp gitmesinin arkasında geleceğin jeopolitik yapılanmasının hesaplaşması bulunmaktadır. İsrail’in son zamanlarda Lübnan’a yönelik bir harekâta hazırlanması ve bu ülkeyi kendisine bağladıktan sonra Şam kentine yönelik bir askeri harekâta kalkışması, kutsal kitaplarda yer alan Armagedon senaryoları ile açıklanmaya çalışılırken, bukutsal savaşın cereyan edeceği yer olarak Suriye’deki Megiddo ovası adresolarak gösterilmektedir. 

Suriye savaşı tırmandırılırken Şam kentinin geleceğigiderek belirsizleşmekte, böylesine bir kaos ortamı planlı olarak yaratılırken,var olan savaş düzeninin bir büyük üçüncü dünya savaşına dönüştürülebilmesiiçin Neo-Con lobiler, silah ve petrol şirketleri tarafından desteklenen IrakŞam İslam devleti yapılanması Suriye’yi iyice yaşanmaz bir ülke haline sürüklemektedir.

Bu durumda
Türkiye böylesine emperyal ve Siyonist bir savaştan kendisini korumak üzere kesinlikle uzak durmak zorundadır…
Türkiyeyi böylesine bir savaşa sürükleyen emperyal baskılara karşı, Türk devleti komşu devletler ile bir araya gelerek yeni bir  savunma yapılanmasına yönelmek zorundadır.
 Türk Devletinin kurucusu Atatürk’ün öne sürdüğü gibi;
Irak ve Suriye devletleri ile halkları ancak “kendi kurtuluşlarını sağladıktan sonra”Türkiye ile bir bölgesel güvenlik ve işbirliği ittifakına gidebilirler…

MİSAK-I MİLLİ; Prof. Dr. Anıl Çeçen
Ankara Kalesi &12 . 07 . 2015  (13 Temmuz 2015, 11:00)       

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder